10 Ocak 2008 Perşembe

siir uzerine aforizmalar

Şiir bir çıkartmadır, uyuyan topraklara uyumayışlardan.


Şiir ısrarlı bir telkindir, ama tekin olmayabilir bazı telkinler gibi.


Şiir yazılamaz olunca mı anlaşılır nasıl yazılacağı?


Şiir, kapatmalarla dolu bir haremi elegüne açmak gibi.


Tanrı iyi şairleri şiir ağası olmaktan korusun!


Bazan bir şair, tek şiirle, bir başka şairin yüzlerce şiirini yok eder.


Bazı kitapların yanında not: tükendi. Şiirler, şairler için de geçerli.


Yalnızlıklardaki gibi, şiirlerdeki kalabalık da bir uyumsuzluktur.


Hava ve kara limanları gibi, yer yer şiir limanları da olmalı; şiir trafiğinde yersiz tıkanmaları önleyecek limanlar.


Şair, kendi tarlasına da su isteyen kişidir. Bu istek çekişmelere, çatışmalara yol açar. Sonra bu su, bazen faydalı ürünler verir, bazan baldıran otları. Ne olursa olsun şiir, bir tarlayı koru^ma çabasıdır.


Var mısın bir İzmir ya da Paris Çok bunaldılar mı gezilere çıkamayanlar, oturur şiir yazarlar.


Sevdiğimiz insanlara bile ancak işimiz düşünce uğrarız da, şiirleri arayıp soran yok diye niçin yakınırız?


Şiirler, beraber söylenen solo şarkılardır.


Başarılı bir şiirin keyfi bir yenisine kadar sürer, duyulan o hüzün bir vefasızlık utancıdır.


İki tür şair sevilmez: Ya sızlanan ya da bitpazarında hurdacı dükkânı açmış.


Şiir bir inattır: Ne yazarız onlar gibi ne de bizden başka sanat.


Rahat düşkünlerine uzaktır, bazı algılar. Güçlü şiirler de çaba ister.


Şiir, yananlar ve kendini yakanlarla dolu dönemlerde içten bir yanışı gösterir.


Şiir, İnce ince soğan doğramak gibi. Çok eğilmişseniz üstüne, yaşarır gözleriniz.

Kurşuna dizilir ölürler, şiire dizilir dururlar.


Şiir, varlıklı-yoksul, ikisinin de uzağındadır,


Bir beraberliğin bitişinde her zaman biraz hüzün vardır, hele şiirler için.



Sözlük maddeleri, roman okur gibi ard arda okunur mu?


Bir sözlükte bir maddeye bakarız, bir süre sonra bir başka maddeye, ve kapatırız kitabı.


Sonra bir yenisine, ya da tekrar evvelce baktıklarımızdan birine. Şiir kitapları için de geçerli.


Güçlü şiir ya bir hayır ya bir bedduadır.


Şiir iki şey ister: hem seni, hem hünerini. Tek başına sen sıkıcı bir ağırlıksın, hüner ağırlığı hafifletir.


Biri şiir yazar, biri o şiir üzerine kendini.


Camın hemen yanına oturmak gibidir bazı şiirler; oysa gerilerde bir yerden uzaklar da görü^lür.


Bir kişiyle bile konuşulamaz şeylerle dolmuşsa bardak başlar şiir taşkını.


Solmuş sarı fotoğraf, duvarda, bir zaman çektiğimiz şiirin başka bir tanımı.


Bir şiir yazılırken, daha önce yazılmış, aşağı yukarı aynı havada, aynı temada bir başkası, hayranlık ya da hasetle hatırlanıyorsa, bu yenisinde de iş vardır (bazan da yok).


Bir eldir güçlü şiir, el verse kıvıracağımızısanırız:


İnce, çelimsiz görünür, oynar bizimle ve çok sürmez elimiz yapışır masaya.


Tedavi klinikleri gibi, şiir klinikleri de olmalıydı.


Şiiri hareketli yapan, kimi sözcükler arasında gidiş gelişler, hemen görülemeyen alış verişlerdir.


Şiir ziyaret saatleri 24'ten sonra olmalı. Ne yazık ki 24'e kadar, gelenler de çok değil.


Bazı şairlerin ölümüne yanarız, ancak onların şiirleridir ki, yıllar sonra soğuklarda gene ısıtır bizi.


Bazı besinler insanı tok, bazı şiirler insanı genç tutar ve ikisi hemen hemen aynı kapıya çıkar:


Önlenir oburluklar, erken kocamalar.


Gizli şiir sayısı, gizli işsiz sayısından aşağı değildir.


Birçok şiirler, varlıklarını duyuramaz, kendilerine bir elin uzanmayışına sessizce katlanırlar.


Bir şairin yakındığımız yanı ya dilidir, ya dilsizliği.


Bir duvarı aşamayan seslenişler şiir. Duvarın arkasında millet maç seyrediyor.


Şiir kazalarında ölenlerin, sakat kalanların sayısı, trafik kazalarındakinden kat kat fazladır, hep aşırı hızdan, dikkatsizlikten.


İlham, evet, bir şey vurdu oltaya, ümide kapılırız.


Ama iğneye takılan, atılmalık bir fasarya da olabilir. Önemli olan sözcüklerin birbirini çekmesi, dizelerin dizi dizi ağda birikmesidir.


Çalçene şiircikler, bir kaşık suda gargara. Şiir bir durum, bir sorun üzerinde ölçülü konuşan, susunca da bizim düşünmemizi bekleyen bir olgunluktur.


Siz hangi dizede hangi sözcük, daha da yerinde, daha da güzel - sormadan değiştiriniz!


İyi şair, gereğince Karac'oğlan. O söyle


"Kim var imiş ben burada yoğ iken."


Şiir bir çıkartmadır, uyuyan topraklara uyumayışlardan.


Şiir ısrarlı bir telkindir, ama tekin olmayabilir bazı telkinler gibi.


Şiir yazılamaz olunca mı anlaşılır nasıl yazılacağı?


Şiir, kapatmalarla dolu bir haremi elegüne açmak gibi.


Tanrı iyi şairleri şiir ağası olmaktan korusun!


Bazan bir şair, tek şiirle, bir başka şairin yüzlerce şiirini yok eder.


Bazı kitapların yanında not: tükendi. Şiirler, şairler için de geçerli.


Yalnızlıklardaki gibi, şiirlerdeki kalabalık da bir uyumsuzluktur.


Hava ve kara limanları gibi, yer yer şiir limanları da olmalı; şiir trafiğinde yersiz tıkanmaları önleyecek limanlar.


Şair, kendi tarlasına da su isteyen kişidir. Bu istek çekişmelere, çatışmalara yol açar. Sonra bu su, bazen faydalı ürünler verir, bazan baldıran otları. Ne olursa olsun şiir, bir tarlayı koru^ma çabasıdır.


Var mısın bir İzmir ya da Paris Çok bunaldılar mı gezilere çıkamayanlar, oturur şiir yazarlar.


Sevdiğimiz insanlara bile ancak işimiz düşünce uğrarız da, şiirleri arayıp soran yok diye niçin yakınırız?


Şiirler, beraber söylenen solo şarkılardır.


Başarılı bir şiirin keyfi bir yenisine kadar sürer, duyulan o hüzün bir vefasızlık utancıdır.


İki tür şair sevilmez: Ya sızlanan ya da bitpazarında hurdacı dükkânı açmış.


Şiir bir inattır: Ne yazarız onlar gibi ne de bizden başka sanat.


Rahat düşkünlerine uzaktır, bazı algılar. Güçlü şiirler de çaba ister.


Şiir, yananlar ve kendini yakanlarla dolu dönemlerde içten bir yanışı gösterir.


Şiir, İnce ince soğan doğramak gibi. Çok eğilmişseniz üstüne, yaşarır gözleriniz.


Kurşuna dizilir ölürler, şiire dizilir dururlar.


Şiir, varlıklı-yoksul, ikisinin de uzağındadır,


Bir beraberliğin bitişinde her zaman biraz hüzün vardır, hele şiirler için.


Sözlük maddeleri, roman okur gibi ard arda okunur mu?


Bir sözlükte bir maddeye bakarız, bir süre sonra bir başka maddeye, ve kapatırız kitabı.


Sonra bir yenisine, ya da tekrar evvelce baktıklarımızdan birine. Şiir kitapları için de geçerli.


Güçlü şiir ya bir hayır ya bir bedduadır.


Şiir iki şey ister: hem seni, hem hünerini. Tek başına sen sıkıcı bir ağırlıksın, hüner ağırlığı hafifletir.


Biri şiir yazar, biri o şiir üzerine kendini.


Camın hemen yanına oturmak gibidir bazı şiirler; oysa gerilerde bir yerden uzaklar da görü^lür.


Bir kişiyle bile konuşulamaz şeylerle dolmuşsa bardak başlar şiir taşkını.


Solmuş sarı fotoğraf, duvarda, bir zaman çektiğimiz şiirin başka bir tanımı.


Bir şiir yazılırken, daha önce yazılmış, aşağı yukarı aynı havada, aynı temada bir başkası, hayranlık ya da hasetle hatırlanıyorsa, bu yenisinde de iş vardır (bazan da yok).


Bir eldir güçlü şiir, el verse kıvıracağımızısanırız:


İnce, çelimsiz görünür, oynar bizimle ve çok sürmez elimiz yapışır masaya.


Tedavi klinikleri gibi, şiir klinikleri de olmalıydı.


Şiiri hareketli yapan, kimi sözcükler arasında gidiş gelişler, hemen görülemeyen alış verişlerdir.


Şiir ziyaret saatleri 24'ten sonra olmalı. Ne yazık ki 24'e kadar, gelenler de çok değil.


Bazı şairlerin ölümüne yanarız, ancak onların şiirleridir ki, yıllar sonra soğuklarda gene ısıtır bizi.


Bazı besinler insanı tok, bazı şiirler insanı genç tutar ve ikisi hemen hemen aynı kapıya çıkar:


Önlenir oburluklar, erken kocamalar.


Gizli şiir sayısı, gizli işsiz sayısından aşağı değildir.


Birçok şiirler, varlıklarını duyuramaz, kendilerine bir elin uzanmayışına sessizce katlanırlar.


Bir şairin yakındığımız yanı ya dilidir, ya dilsizliği.


Bir duvarı aşamayan seslenişler şiir. Duvarın arkasında millet maç seyrediyor.


Şiir kazalarında ölenlerin, sakat kalanların sayısı, trafik kazalarındakinden kat kat fazladır, hep aşırı hızdan, dikkatsizlikten.


İlham, evet, bir şey vurdu oltaya, ümide kapılırız.


Ama iğneye takılan, atılmalık bir fasarya da olabilir. Önemli olan sözcüklerin birbirini çekmesi, dizelerin dizi dizi ağda birikmesidir.


Çalçene şiircikler, bir kaşık suda gargara. Şiir bir durum, bir sorun üzerinde ölçülü konuşan, susunca da bizim düşünmemizi bekleyen bir olgunluktur.


Siz hangi dizede hangi sözcük, daha da yerinde, daha da güzel - sormadan değiştiriniz!


İyi şair, gereğince Karac'oğlan. O söyle


"Kim var imiş ben burada yoğ iken."

dil bilgisi ile ilgili anlatim bozuklugu

Yüklem Yanlışları :

Yüklem Eksikliği : İki farklı yargının tek eylemsiye veya tek yükleme bağlanması, çoğu kez yargılardan birinin eylemsiyle ya da yüklemle uyumsuzluğuna neden olur ve bu durum anlatım bozukluğu yaratır. Bu durumda her farklı yargıyı ayrı bir yan cümleye ya da yükleme bağlamak anlatım bozukluğunu ortadan kaldırır. Örnek :

Çok az veya hiç çalışmadan sınava girdiler.

İş konusunda ben onu, o da beni etkilemek istemez.

İş konusunda ben onu etkilemek istemem, o da beni etkilemek istemez.

Hava açık; ama sıcak değildi.

Hava açıktı; ama sıcak değildi.

Yüklem Uyuşmazlığı : Sıralı cümlelerde yüklemlerin kip ve kişi ekleri yönünden uyumlu olmaları gerekir. Bu eklerin uyumsuzluğu anlatım bozukluğu yaratır. Örnek : Sabahları bana uğrar, okula birlikte giderdik.

Sabahları bana uğrardı, okula birlikte giderdik.

Badana boya bitmiş, evi yerleştirecektik.

Badana boya bitmişti, evi yerleştirecektik.

Bu konuda seyircilerle biz eleştirmenler bir kez daha ters düştü sanırım.

Bu konuda seyircilerle biz eleştirmenler bir kez daha ters düştük sanırım.

Birleşik cümlelerde, yan cümlenin yüklem çatısıyla temel cümlenin yüklem çatısı, etkenlik ve edilgenlik yönünden uyumlu olmalıdır. Birinin çatısıyla temel cümlenin yüklem çatısı, etkenlik ve edilgenlik yönünden uyumlu olmalıdır. Birinin çatısı etkenken diğerinin edilgen olması, çatı uyumsuzluğuyla ilgili anlatım bozukluğu oluşturur. Sıralı cümlelerde yer alan yüklemlerin de çatılarının etkenlik edilgenlik yönünden uyumlu olması gerekir. Örnek :

Toplantıda hep aynı konu tartışılıyor, saatlerce aynı şeyler konuşuyordu.

Toplantıda hep aynı konu tartışılıyor, saatlerce aynı şeyler konuşuluyordu.

Midesinden şikayeti olanlara fazla kızartma yememesini tavsiye ediyorlar.

Midesinden şikayeti olanlara fazla kızartma yememelerini tavsiye ediyorlar.

Nesne Yanlışları :

Nesne-Yüklem Uyuşmazlığı : Bu uyuşmazlık, bileşik cümlelerde nesnenin, ilk cümlenin yüklemine uymamasından kaynaklanır. Bu bozukluk ikinci cümleye dolaylı tümleç, edat tümleci veya nesne eklenerek giderilebilir. Örnek :

Beni hiçbir zaman unutmadı, her zaman mektup yazdı.

Beni hiçbir zaman unutmadı, her zaman bana mektup yazdı.

Çocuğun gözlerindeki yaşı silip, yerine oturttu.

Çocuğun gözlerindeki yaşı silip, çocuğu yerine oturttu.

Nesnelerin Yapısal Uyuşmazlığı : Bir cümlede aynı eklerle türetilen birden çok eylemsi, nesne görevinde kullanılabilir. Bu nesnelerin ekleri farklı kullanılmışsa bunlar arasında yapısal uyumsuzluk oluşur ve bu uyumsuzluk anlatım bozukluğu yaratır. Örnek :

Seni anladığımı ve onaylayışımı gözden kaçırmazdın sanmıştım.

Seni anladığımı ve onayladığımı gözden kaçırmazdın sanmıştım.

Ne gelişini ne de gittiğini gördüm.

Ne gelişini ne de gidişini gördüm.

Özne Yanlışları : Sıralı ve bağlı bileşik cümlelerde ortak olarak kullanılan öznenin bütün yüklemlere uyması gerekir. Özne, bu eylemlerden birine uymazsa cümlede özne yüklem uyuşmazlığı ortaya çıkar. Bu tür anlatım bozuklukları, her farklı yargıya ayrı bir özne kullanılmasıyla giderilebilir. Ayrıca özneyle yüklem arasında, kişi yönünden ve tekillik çoğulluk yönünden bir uygunluk da olmalıdır. Örnek :

Kitaptaki yanlışlar düzeltilecek ve ikinci baskıya girecek.

Kitaptaki yanlışlar düzeltilecek ve kitap ikinci baskıya girecek.

O resimlerinde pastel renkleri kullanmış, bu nedenle çok çabuk satılmış.

O resimlerinde pastel renkleri kullanmış, bu nedenle resimleri çok çabuk satılmış.



Tümleç Yanlışları :

Zarf Tümleci-Yüklem Yanlışları : Bileşik cümlelerde, zarf tümleci ortak olmadığı halde, bütün yüklemler için ortak öğe kabul edilirse, anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Bu anlatım bozukluğu, ikinci cümleye bir zarf tümleci ilavesiyle giderilebilir. Bu nedenle bu anlatım bozukluğunun diğer adı, zarf tümleci eksikliğidir. Örnek :

Her zaman senin yanındayım, seni yalnız bırakmayacağım.

Her zaman senin yanındayım, hiçbir zaman seni yalnız bırakmayacağım.

Hiçbir zaman kendini düşünmedi, ailesinin mutluluğu için çalıştı.

Hiçbir zaman kendini düşünmedi, her zaman ailesinin mutluluğu için çalıştı.

Edat Tümleci-Yüklem Yanlışları : Bileşik cümlelerde, edat tümleci durumundaki öğe, ortak olmadığı halde ortak kabul edilirse anlatım bozukluğu meydana gelir. Bu uyuşmazlık ikinci cümleye uygun bir tümleç ya da nesne eklenerek giderilebilir. Aynı şekilde bir dolaylı tümleç, nesne ya da öznenin yüklemle uyum sağlamayış nedeni bir edat tümleci eksikliği olabilir. Örnek :

Akşamları kitapçıya uğrar, saatlerce sohbet ederdi.

Akşamları kitapçıya uğrar, saatlerce onunla sohbet ederdi.

Arkadaşımın babası geldi, bir süre sohbet ettik.

Arkadaşımın babası geldi, bir süre onunla sohbet ettik.



Dolaylı Tümleç-Yüklem Yanlışları : Bileşik cümlelerde ortak olarak kullanılan dolaylı tümlecin, ilk cümlenin yüklemine uyarken ikinci cümlenin yüklemine uymadığı görülebilir. Böylece tümleç-yüklem uyuşmazlığı ile ilgili anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Örnek : Kadına her fırsatta bağırıyor, sürekli aşağılıyordu.

Kadına her fırsatta bağırıyor, kadını sürekli aşağılıyordu.

Sana her konuda güveniyor ve yardım bekliyoruz.

Sana her konuda güveniyor ve senden yardım bekliyoruz.

Tamlama Yanlışları :

Tamlaması Yanlışları : Bir ad tamlamasında;

§ Tamlayan ya da tamlanan sözcüklerden birinin eksikliği,

§ Tamlayan veya tamlanan eklerinden birinin kullanılmaması dolayısıyla tamlayan eksikliğinin anlam belirsizliği yaratması, ad tamlamasına ilişkin belli başlı yanlışlıklardır. Örnek :

Onun böyle işlerle uğraşmaya ne vakti vardı ne de zamanıdır.

Onun böyle işlerle uğraşmaya ne vakti vardı ne de bunun zamanıdır.

Sıfat Tamlaması Yanlışları : Sıfat tamlamasına ilişkin yanlışlıklar şu şekilde oluşabilir;

§ “Bir” den büyük sayı sıfatlarıyla kurulan sıfat tamlamalarında adın çoğul eki alması yanlışlık yaratır. Bu tür sıfat tamlamalarında adın tekil kullanılması gerekir. Örnek:

Toplantıda üç ya da daha çok konuşmacılar söz alacakmış.

Toplantıda üç ya da daha çok konuşmacı söz alacakmış.

Dışarıda iki insanlar seni soruyordu.

Dışarıda iki insan seni soruyordu.

§ “Birçok, biraz, herhangi, birkaç, hiçbir, her” gibi belgisiz sıfatların tamlayan olduğu sıfat tamlamalarında, adın tekil kullanılması gerekir. Örnek :

İhaleye birçok yerli ve yabancı firmalar katıldı.

İhaleye birçok yerli ve yabancı firma katıldı.

Hiçbir anne ve babaların buna itiraz edeceğini sanmam.

Hiçbir anne ve babanın buna itiraz edeceğini sanmam.

§ “Her” belgisiz sıfatının tamlayan olduğu sıfat tamlamalarında, yüklemin olumsuz olması anlatım bozukluğu yaratır. Örnek :

Bu mevsimde her çeşit kuş avlanmayacaktır.

Bu mevsimde hiçbir çeşit kuş avlanmayacaktır.

Bu tarihlerde her grup sınavlarını aksatmayacak.

Bu tarihlerde hiçbir grup sınavlarını aksatmayacak.

Noktalama Yanlışları : Noktalama işaretlerinin eksik ya da yanlış yerde kullanılması; cümleleri bir anlam belirsizliğine sürükleyebileceği gibi cümleden birden fazla anlam çıkmasına da yol açabilir. Bu nedenle noktalama işaretlerinin anlama etkileri ve kullanıldığı yerler iyi bilinmelidir. Yanlış kullanımlar ortaya çıkarsa amaçlanan anlama ulaşmak mümkün olmaz. Bu durumlar da cümlede bir anlatım bozukluğu yaratır Örnek :

Yabancı dükkandı eşyaları beğenmedi.

Yabancı, dükkandı eşyaları beğenmedi.

Bebekler için, ağlamak, açlık ve korku gibi durumların en doğal ve tek anlatım biçimidir.

Bebekler için ağlamak, açlık ve korku gibi durumların en doğal ve tek anlatım biçimidir.

Kadın şoförü şöyle bir süzdü.

Kadın, şoförü şöyle bir süzdü.

Yapıları Yanlış Olan Sözcükler : Kimi zaman yapım eklerinin sözcüklere, kurallara uygun olarak seçilmemesinden dolayı, kimi zaman da eklerin yanlış seçilmesi nedeniyle sözcüklerin yapıları bozuk olur. Yanlış yapılandırılmış sözcükler, dil bilgisi kurallarına uymaz ve anlatım bozukluğu yaratır. Örnek :

Çocuğu iyi bir doktora bakıtmak gerekiyor.

Çocuğu iyi bir doktora baktırmak gerekiyor.

Alıkoyulan paketleri yarın postaya verelim.

Alıkonulan paketleri yarın postaya verelim.

Bu eşyaları pahalılatmak müşteri kaybına yol açar.

Bu eşyaları pahalılaştırmak müşteri kaybına yol açar.

Yanlış Ek Kullanımı : Bir sözcüğe, gelmesi gereken ekin dışında yanlış bir ekin getirilmesi de kimi zaman anlatım bozukluğuna yol açar. Örnek :

Sorun arkadaşlarımızın bizi bu konuda iyi aydınlatmamış olduğundan kaynaklanıyor.

Sorun arkadaşlarımızın bizi bu konuda iyi aydınlatmamış olmasından kaynaklanıyor.

Okuduklarını ezberlemek değil, tartışarak özümlemesine sağlamak gerekir.

Okuduklarını ezberlemek değil, tartışarak özümlemesini sağlamak gerekir.

Her ne kadar şehir dışına taşınmışsak bile beklenen rahatlığa kavuşulmamıştır.

Her ne kadar şehir dışına taşınmışsak bile beklenen rahatlığa kavuşamadık.

anlam bakimindan anlatim bozuklugu (sozcuk duzeyinde anlatim bozuklugu)

Gereksiz Sözcük ve Ek Kullanımı : Bir cümlede yeterli sayıda sözcük kullanılması gerekmektedir. Diğer bir deyişle gereksiz sözcükler olmamalıdır. Çünkü, gereksiz sözcük kullanımı cümlenin duruluğunu bozar ve anlatım bozukluğu meydana getirir. Bu anlatım bozukluğu şu şekillerde olabilir :

Örnekler:

Atatürk’ün yaptığı yenilikçi devrimler, sosyal ve siyasal yaşamımızı kökünden değiştirmiştir.

Atatürk’ün yaptığı devrimler, sosyal ve siyasal yaşamımızı kökünden değiştirmiştir.

Yatmadan önce dişlerini fırçalamayı unutma.

Yatmadan dişlerini fırçalamayı unutma.

Giyimlerinde, konuşmalarında ve davranış biçimlerinde bir gariplik yoktu.

Giyimlerinde, konuşmalarında ve davranışlarında bir gariplik yoktu.



Yardımcı Eylemlerin Gereksiz Kullanılması : “Et, ol” yardımcı eylemlerinin yerini ad ve ad soylu sözcüklere gelen herhangi bir yapım eki tutuyorsa, ya da bunlar cümleden çıkarıldığında, bir anlam değişimi veya daralması olmuyorsa, yardımcı eylemlerin kullanılması gereksizdir.



Örnekler:

Kendine iyi bakmadığı için sık sık hasta oluyor.

Kendine iyi bakmadığı için sık sık hastalanıyor.

Doktorun bütün hastalarını iyi ettiğini duydum.

Doktorun bütün hastalarını iyileştirdiğini duydum.

Bu işin en kısa sürede biteceğini umut ediyordum.

Bu işin en kısa sürede biteceğini umuyorum.

Gereksiz Ek Kullanımı : Örnek :

İhaleye birçok yerli ve yabancı firmalar katılmıştı.

İhaleye birçok yerli ve yabancı firma katılmıştı.

Bu bestesi onun en tanınmış eseridir.

Bu beste onun en tanınmış eseridir.

Babamın başı ağrıdığında aspirin içerdi.

Babam başı ağrıdığında aspirin içerdi.

Yanlış Anlamda Kullanılan Sözcükler : Kimi sözcükler aynı kökten türediği için yazılış ve okunuş olarak birbirine benzer; ancak bunların anlamları farklıdır. Bu sözcükler karıştırılıp birbirinin yerine kullanılırsa, anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Ayrıca kimi durumlarda cümlenin anlamıyla, o cümlenin içinde yer alan bir sözcük anlamaca uyuşmaz, çelişir. Sözcük yanlış anlamda kullanıldığı için de anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Örnek :

Güzelliğinin farkında olduğunu belirten davranışlar sergiliyordu.

Güzelliğinin farkında olduğunu gösteren davranışlar sergiliyordu.

Bu kadar çekimser olmana gerek yok; aralarına katıl, girişken ol.

Bu kadar çekingen olmana gerek yok; aralarına katıl, girişken ol.

Kimi uyarıcı ilaçlar, sporculara yarardan çok zarar sağlamaktadır.

Kimi uyarıcı ilaçlar, sporculara yarardan çok zarar vermektedir.

Yanlış Yerde Kullanılan Sözcükler : Bir cümlede her sözcüğün yerli yerinde, başka bir deyişle her sözcüğün kullanılması gereken yerde olması gerekir. Cümle içindeki bir tek sözcüğün bile yerini değiştirmek farklı anlamlar, farklı yorumlar ve yargılar oluşturur. Kimi zaman da mantıksal tutarsızlıklara yol açar. Örnek :

Ekonomik ve sosyal yönden geri kalmış ülkemizin belli bölgelerine kalkınmada öncelik tanınacak.

Ülkemizin ekonomik ve sosyal yönden geri kalmış belli bölgelerine kalkınmada öncelik tanınacak.

Ankara’da Kızılay’ın yapılan yeni binası görkemli olacak.

Kızılay’ın Ankara’da yapılan yeni binası görkemli olacak.

Okulu bitirince doktor olarak doğduğu kasabada çalışmaya başladı.

Okulu bitirince doğduğu kasabada doktor olarak çalışmaya başladı.

Anlamca Çelişen Sözcükler : Anlamca, cümlenin yargısıyla uyuşmayan, cümlede iletilen yargıyla çelişen ya da karşıtlık yaratan sözlerin bir arada kullanılması önemli bir anlatım kusurudur. Cümlenin anlamında çelişki, genellikle “kesinlik” ve “olabilirlik” anlamı taşıyan sözlerin bir arada kullanılmasından kaynaklanır. Örnek : Kapının önünde tamı tamına üç beş nöbetçi vardı.

Kapının önünde üç beş nöbetçi vardı.

Eminim ki bunca gürültü patırtı en çok onu üzmüş olsa gerek.

Bunca gürültü patırtı en çok onu üzmüş olsa gerek.

Kuşkusuz bütün çalışmalarının ödülünü sonunda belki alacaksın.

Kuşkusuz bütün çalışmalarının ödülünü sonunda alacaksın.



Deyim ve Atasözü Yanlışları : Deyim ve atasözleriyle ilgili iki tür yanlışlık yapılabilir :

§ Deyimler ve atasözleri, kalıplaşmış söz gruplarıdır. Bu kalıpların bozulması ve bir sözün yerine eş anlamlısının getirilmesi anlatım bozukluğu yaratır.

§ Bir deyimin ilettiği anlamla, cümlenin taşıdığı anlam arasında bir uyumsuzluğun olması anlatım bozukluğuna neden olur. Örnek :

Bir koyundan iki deri çıkmaz.

Bir koyundan iki post çıkmaz.

Haydi bakalım seç pirincin taşını.

Haydi bakalım ayıkla pirincin taşını.

Tüm itirazlara göz yummuştu.

Tüm itirazlara kulak tıkamıştı.

Mantısal Tutarsızlık : Bir cümlede, iletilmek istenen anlamın eksiksiz olabilmesi için düşünce ve mantık son derece önemlidir. İyi bir anlatımda sağlam bir düşünme ve mantık yürütme temel koşuldur. Mantıksal hataları ve tutarsızlıkları içeren cümleler, dil bilgisi kurallarına uygun olsalar bile anlamı ve yargıyı eksiksiz iletmezler. Bu tür yanlışlar genellikle dikkatsizlik sonucu ortaya çıkar. Örnek: Önümüzdeki haftanın önemli programlarından bazılarını sizlere hatırlatmaya çalıştık.

Önümüzdeki haftanın önemli programlarından bazılarını sizlere tanıtmaya çalıştık.

Önlem alınmazsa bu hastalık ölüme, hatta kısmi felce neden olabilir.

Önlem alınmazsa bu hastalık kısmi felce, hatta ölüme neden olabilir.

Son turda atlet, arkasındaki yarışçıyı bir hamlede geçti.

Son turda atlet, önündeki yarışçıyı bir hamlede geçti.



Karşılaştırma Yanlışları : Kimi durumlarda varlıklar, nesneler ve kavramlar arasındaki benzerlik ve farklılıkları göstermek için yapılan karşılaştırmalar ya ikili bir anlam, iki farklı yorum yaratır ya da mantığa uymaz. Böyle durumlarda cümlede anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Örnek :

Kardeşim annemi babamdan çok sever.

Sen futboldan benden daha çok hoşlanırsın.

Sırma gibi siyah saçlarını toplayıp topuz yaptı.

edebiyatcilarin lakaplari

#

· ADALET CİMCOZ: Fitne Fücur.
#

· ATTİLA İLHAN: Abbas Yolcu, Beteroğlu, Ali Kaptanoğlu, Nevin Yıldız.
#

· ÇETİN ALTAN: Hadi Borazan, Hüseyin Zurna.
#

· ERCÜMENT EKREM TALU: Çekirge, Karga, Torik Necmi, Kertenkere.
#

· FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL: Akıllı Ozan, Çamdeviren, İğne ile Kuyu Kazan.
#

· HALİDE EDİP ADIVAR: Halide Salih.
#

· HALDUN TANER: Can Enişte, Haldun Hasırcıoğlu.
#

· HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER: Toplu İğne.
#

· İSMAİL HAMİ DANİŞMEND: Rabia Hatun.
#

· KEMAL TAHİR: Bedri Eser, Nurettin Demir, Kemal Tahir Tipi, Kemal Tahir Benerci.
#

· MELİH CEVDET ANDAY: Gani Girgin, Zater.
#

· MURAT BELGE: Raif Özben.
#

· MUHSİN ERTUĞRUL: Ertuğrul May, Nabi Zeki, İp Çeken, Suflör, Servet Moray.
#

· NÂZIM HİKMET RAN: Ahmet Oğuz Saruhan, Ercüment Er, İbrahim Sabri, Kartal, M. İhsan, Nazım Hikmet Borjensky, Nurettin Eşfak.
#

· NURULLAH ATAÇ: Sabiha Yağızlar.
#

· AZİZ NESİN: Bahri Filefil, Berdi Birdirbir, Fettane Şatifil, Kerami Pestenkerani, Kerim Kihkih, Ord. Prof. Paf-Puf, Dr. Daim Değer, Oya Ateş, Vedia Nesin.
#

· ORHAN VELİ KANIK: Adil Hanlı, Mehmet Ali Sel.
#

· ORHAN KEMAL: Yıldız Okur, Hayrullah güçlü, Raşit Kemali.
#

· PEYAMİ SAFA: Server Bedi, Çömez.
#

· REŞAT NURİ GÜNTEKİN: Ateşböceği, Mizah Yazarı, Yıldızböceği.
#

· RIFAT ILGAZ: Mehmet Rıfat, Stepne, Remzi Işık.
#

· SEVGİ SOYSAL: Sevgi Nutku, Sevgi Sabuncu.
#

· TARIK DURSUN K.(Kakınç): M. Hasan Göksu, T. Kakınç.
#

· VALA NURETTİN: Veli Nuri, Va-Nu, Akşamcı, Hikayeci.
#

· VEDAT TÜRKALİ: Hüsamettin Gönenli.
#

· YUSUF ZİYA ORTAÇ: Akbaba, Çimdik, Kamber.
#

· YAHYA KEMAL BEYATLI: Ahmet Agah, Süleyman Sadi, S.S.
# · ZİYA GÖKALP: Bimar, Büyük Baba, Meclis-i İdare Vilayet Kitabesi’nden Ziya

turkcenin ilk yazili ornekleri

Türk dillerinin yazılı metne dayalı tarihleri 7.-9. yüzyıl Orhon Türkçesine kadar uzansa bile, Türkiye Türkçesi için, Anadolu'ya göç eden Oğuzların 11. yüzyıldan sonra kendi lehçeleri üzerine kurdukları yazı dilini başlangıç saymak gerekir.

15. yüzyıla kadar Eski Anadolu Türkçesi olarak adlandırdığımız bu dönemin en ünlü temsilcisi Yunus Emre'dir.

Anadolu Selçuklularının önce Arapçayı, sonra da Farsçayı resmi dil olarak kabul etmeleri nedeniyle Türkçe Anadolu sahasında 13. yüzyıla kadar gelişememiştir. 13. ve 15, yüzyıllar arasında da gittikçe artan sayıda Arapça, Farsça sözcük içeren bir dil ortaya çıkmıştır. Ancak yine de sade sayılabilecek bir Türkçenin egemen olduğu bu dönemden sonra Osmanlıca adı verilen, yoğun Arapça, Farsça etkisi görülen bir dönem başlamıştır.

16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar süren Osmanlıca dönemi kendi içinde Başlangıç Dönemi, Klasik Dönem ve Yenileşme Dönemi olarak üç bölümde incelenir. Bu dönemde yalnız Arapça, Farsça sözcükler değil gramer kuralları da Türkçeye girmiş, yalnız aydın kesimin okuyup yazabildiği bir saray dili ortaya çıkmıştır.

Dilde özleşme çabaları 19. yüzyılın ikinci yansında Tanzimat dönemi ile başlamıştır. Aydınların Türkçe sözcük kullanma, Arap alfabesinde yenilikler yapma (örneğin tüm ünlüleri yazıda gösterme, normalde bitişik yazılan Arapça harfleri ayrı yazma gibi) çabalarıyla geçen bir hazırlık döneminden sonra Cumhuriyetle birlikte çağdaş Türkçenin temelleri atılmıştır.

Atatürk'ün özel ilgi ve çabalarıyla Latin alfabesine geçilmiş, tarama, derleme ve türetme yoluyla dildeki Türkçe sözcük oranı kısa sürede büyük oranlara ulaşmıştır.

turk dilinin genel ozellikleri nelerdir

Türkçe, diğer Türk dilleriyle birlikte Altay dil ailesinin bir kolunu oluşturur. Bu ailenin diğer üyeleri Moğolca, Mançu-Tunguzca ve Korecedir. Japoncanın Altay dil ailesinin bir üyesi olup olmadığı konusu tartışılmaktadır.

Türkçe, diğer Altay dilleri gibi eklemeli, yani sözcüklerin eklerle yapıldığı ve çekildiği, sondan eklemeli bir dildir.

Türkçe sözcüklerde, Arapça, Almanca vb. dillerde görülen erillik, dişillik (yani cinsiyet ayrımı) özelliği yoktur.

Türkçede sayı sıfatlarından sonra gelen adlar çoğul eki almazlar. Yani üç ağaçlar değil üç ağaç.

Önlük-artlık (kalınlık-incelik) ve düzlük-yuvarlaklık uyumları vardır. İlk uyuma göre bir sözcükteki ünlüler ya hep art veya ön, ikinci uyuma göre de ya hep düz veya yuvarlak olurlar.Yukarı

f, j ve h ünsüzleri Türkçe kökenli sözcüklerde bulunmazlar. (Bir kaç Türkçe sözcükte başka seslerden değişmiş olarak f görülebilir:
öfke < öpke, ufak < ubak vb.)

Türkçe sözcüklerde söz başında bulunabilen ünsüz sayısı sınırlıdır:
b, ç, d, g, k, s, t, v, y.

c ünsüzü, söz başında başka ünsüzlerden değişmiş olarak bir kaç sözcükte bulunur: cibinlik < çıpın vb.

n ünsüzü Türkçe kökenli sözcükler içinde yalnız ne ve türevlerinde bulunur: ne, neden, niçin, nasıl vb.

p ünsüzü de söz başında, bir kaç Türkçe sözcükte b'den değişmiş olarak bulunur: piş- < biş-, parmak < barmak vb.

turk dilinin ait oldugu dil ailesi ve ozellikleri

Türkçe, diğer Türk dilleriyle birlikte Altay dil ailesinin bir kolunu oluşturur. Bu ailenin diğer üyeleri Moğolca, Mançu-Tunguzca ve Korecedir. Japoncanın Altay dil ailesinin bir üyesi olup olmadığı konusu tartışılmaktadır.

Türkçe, diğer Altay dilleri gibi eklemeli, yani sözcüklerin eklerle yapıldığı ve çekildiği, sondan eklemeli bir dildir.

Türkçe sözcüklerde, Arapça, Almanca vb. dillerde görülen erillik, dişillik (yani cinsiyet ayrımı) özelliği yoktur.

Türkçede sayı sıfatlarından sonra gelen adlar çoğul eki almazlar. Yani üç ağaçlar değil üç ağaç.

Önlük-artlık (kalınlık-incelik) ve düzlük-yuvarlaklık uyumları vardır. İlk uyuma göre bir sözcükteki ünlüler ya hep art veya ön, ikinci uyuma göre de ya hep düz veya yuvarlak olurlar.Yukarı

f, j ve h ünsüzleri Türkçe kökenli sözcüklerde bulunmazlar. (Bir kaç Türkçe sözcükte başka seslerden değişmiş olarak f görülebilir:
öfke < öpke, ufak < ubak vb.)

Türkçe sözcüklerde söz başında bulunabilen ünsüz sayısı sınırlıdır:
b, ç, d, g, k, s, t, v, y.

c ünsüzü, söz başında başka ünsüzlerden değişmiş olarak bir kaç sözcükte bulunur: cibinlik < çıpın vb.

n ünsüzü Türkçe kökenli sözcükler içinde yalnız ne ve türevlerinde bulunur: ne, neden, niçin, nasıl vb.

p ünsüzü de söz başında, bir kaç Türkçe sözcükte b'den değişmiş olarak bulunur: piş- < biş-, parmak < barmak vb.

turk dili terim sozlugu

AĞIZ: Lehçeler daha küçük konuşma farkları ile ağız adı verilen birimlere ayrılırlar. Ana dilin lehçeleri içinde ses ve söyleyiş yönünden görülen küçük ayrılıklara ağız adı verilir. Örneğin Anadolu lehçesinin Rumeli, Karaman, Erzurum, Aydın ağızlarına bölünmesi gibi.

BİRLEŞİK SÖZCÜK: İki ya da daha çok sözcükten oluşan ve tek kavramı karşılayan anlam birimleridir. Birleşik sözcükleri oluşturan sözcüklerin arasına çekim ve yapım ekleri ya da başka bir sözcük giremez.

CÜMLE: Duygu ve düşüncelerimizi anlatan ve içinde yargı bulunan sözcük dizisine cümle edı verilir.

DARLIK-GENİŞLİK: Ünlüler çıkartılırken çene açılır ve daralır. Böylece ağız boşluğunda genişlemeler ve daralmalar oluşur. Çenenin ve ağız boşluğunun durumuna göre çıkarılan ünlülere geniş (a-e-o-ö) ve dar (ı-i-u-ü) ünlüler denilir.

DİALEKT: Bkz. Lehçe.

DİL AİLELERİ: Yaşayan diller, birtakım eski ana dillerin farklılaşarak dallanmasından meydana gelmiştir. Buna göre aynı ana dilden gelen diller aralarında akraba olurlar. Böylece dil aileleri meydana gelir. Hint-Avrupa, hâmi, Sami, Fin-Ogur, Türk dil aileleri gibi.

DÜZLÜK-YUVARLAKLIK: Ünlülerin çıkarılış sırasında dudaklar, düz, yayvan ve yuvarlak bir şekil alır. Bu nedenle ünlüler dudakların aldıkları şekillere göre düz (a-e-ı-i) ya da yuvarlak (o-ö-u-ü) ünlüler olarak adlandırılır.

EK FİİL (EK EYLEM): Ad soylu sözcüklerin yüklem görevinde kullanılmalarını sağlayan yardımcı fiile ek fiil (ek eylem) denir.

FONETİK: Sesbilim. Dildeki seslerin özellikleri inceleyen bilime sesbilim adı verilir.

GÖSTERGE: Sözcük ve kavram arasında ayna ile aynadaki görüntü kadar yakın bir anlam ilişkisi bulunmaktadır. Örneğin, at sözcüğünü duyduğumuz ve okuduğumuz zaman zihnimizde hemen bir at kavramı oluşur. Bu nedenle dilbilimde sözcüge gösterge adı verilir. Genellikle at kavramı bütün dillerde aynıdır. Ancak bu kavramı belirten göstergeler değişir.

İKİLEME: Anlatımı daha güzel ve etkili duruma getirmek için aralarında ses benzerliği bulunan yakın, aynı ya da zıt anlamlı sözlerin yan yana kullanılmasına ikileme denir. Örneğin: mırın kırın, tıklım tıklım, gürül gürül gibi.

LEHÇE: Yaşayan diller dil ailelerinin ayrılmasından sonra daha ileri bir dallanmaya doğru yol alırlar. Çoğu oldukça farklı konuşma dillerine ayrılırlar. Ana dilden koparak farklılaşan, ses ve yapı yönünden önemli ayrılıklar gösteren ana dilin kollarına lehçe (dialekt) adı verilir. Örneğin Batı Türkçesi, Anadolu, Azeri, Türkmen vb. lehçelere ayrılmıştır.

MORFOLOJİ: Biçimbilim. Dildeki sözcüklerin yapısını, köklerini, ekleri ve bunların bağlanış biçimlerini inceleyen dilbilgisi ve dilbilim kolu.

NESNE: Öznenin yaptığı işten doğrudan etkilenen ve geçişli eylemi tümleyen sözcüklere nesne adı verilir.

NOKTALAMA İŞARETLERİ: Yazılı metin ve diyalogların daha doğru ve iyi anlaşılabilmesi için kullanılan işaretler.

ÖZNE: Cümlede işi yapan, eylemi oluşturan kişi, hayvan, bitki ya da diğer şeylere özne adı verilir.

SEMANTİK: Anlambilim. Dildeki her türlü anlam konusunu inceleyen dilbilgisi ve dilbilim dalı.

SENTAKS: Sözdizimi. Dildeki sözcüklerin sıralanışını, özne, tümleç, yüklem arasındaki ilişkileri inceleyen dilbilgisi ve dilbilim dalı.

SÖZCÜK: Anlamlı ses ya da ses birliğine sözcük adı verilir.

ŞİVE: Dildeki söyleyiş özelliğidir.

TELAFFUZ: Söyleyiş, söyleniş.

TÜMLEÇ: Eylemin anlamını tümleyen ad durum ekleri ve ilgeç olan sözcüklere tümleç adı verilir.

ÜNLÜ: Ağız boşluğunda ve ses yolunda hiçbir engele çarpmadan çıkan seslere ünlüler denir. Türkçede sekiz tane ünlü bulunmaktadır: a-e-ı-i-o-ö-u-ü.

ÜNSÜZ: Ağız boşluğunda ve ses yolunda bazı engellere çarparak çıkan seslere ünsüzler denir. Türkçede 21 ünsüz bulunur: b-c-ç-d-f-g-ğ-h-j-k-l-m-n-p-r-s-ş-t-v-y-z.

dil devriminin gerceklestirilmesi

Dil devriminin Atatürk'ün görüşündeki yerini tespit edebilmek için, kendisinin bu konudaki düşüncelerini ele alacağız. Diyor ki:

"...Millet dil, kültür ve ülke ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir toplumdur."
Atatürk, dil bağını, ulus olabilmenin ilk şartları arasında görmüştür. Gerçekten de bu devrim, ulusal bir kültürün yaratılabilmesi için ulusal bir dilin yeniden canlandırılması amacına yöneliktir.

Çünkü, ulusal birliğin ilk unsuru kültür birliğidir. Halkla aydını birbirine yaklaştıran en etkili araç hiç kuşkusuz, her iki zümrenin kolaylıkla anlaşabilecekleri sade bir dildir. Atatürk 1932 yılında:

"Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet teşkilatımızın, dikkatli, ilgili olmasını isteriz" (Söylev ve Demeçler, C. I, 5. 311)

demiş ve bu amaçla da 1932 yılında "Türk Dilini Tetkik Cemiyeti"ni kurmuştur. Bu cemiyet aynı yıl içinde "Türk Dil Kurumu" ismiyle çalışmalarını Atatürk'ün yakın gözetimi altında sürdürmüştür).Yukarı

Dil Kurumu, 1937 yılına kadar çok verimli bir çalışma göstermiş ve bilimsel terimlerin önemli kısmı özleştirme ve arındırma sonucu olarak temiz bir Türkçe'ye dönüştürülmüştür. Ancak, Atatürk'ün ölümünden sonra, Dil Kurumunun aynı doğrultuda çalıştığını kanıtlayacak tutamaklardan oldukça yoksun kalındığını söylemek, insafsızlık olmayacaktır.

Atatürk, Dil ve Tarih Kurumlarının daha sonraki çalışma dönemleri için şu tarihi direktifi vermiş ve işi, bu iki kurumun inisiyatifine terk etmiştir:

"Türk Dil Kurumu çalışmalarına sonuna dek katılacak değilim. Tarih Kurumunun kuruluşunu izleyen yıllarda, tarih üzerine arkadaşları teşvik için beraber çalıştım; sonucunda bu kurum teşkilâtlandıktan ve çalışmalarına hız verdikten sonra, Tarih Kurumunun çalışmalarına karışmıyorum. Kurum üyeleri bildikleri gibi akademik çalışmalarına devam ediyorlar.

Dil Kurumu çalışmalarına da ilgim böyle olacaktır. Dil bilginlerinin uzmanların akademik çalışmalarına karışmayacağım. Sizin de -toplantıdaki Dil Kurumu Merkez Kurulu Üyelerine hitaben- çalışmalarınızı bilimin son verilerine uydurmanız gerekir." (1937)

Atatürk tarafından başlatılan dilcilik çalışmaları, O'nun gösterdiği yönde geliştikçe hiç kuşkusuz hedefine ulaşacak, aksi halde, yazı dili ile konuşma dili ve halkla aydın dili arasında gene kopukluklar olacaktır. Tarihten ders almak bu konudaki sorunun çözümü için en geçerli bir metottur.Yukarı

Ana dilin, asıl kaynaklarına dönüş zorunluluğunu Batı'da ilk kez ortaya atan Roma filozofu Çiçeron'dur. Doğuda da dil ve kültür emperyalizmine ilk kez karşı koyanlar, Türk dilini taş anıtlar üzerine işleyerek, düşmana karşı koruyan ve sonsuzlaştıranlar, Göktürk Hakanları; Kül Tegin, Bilge Kağan ve Tonyukuk olmuştur. Anadolu'da Türk dilini Farsça'ya karşı savunan ve koruyan Karamanoğlu Mehmet Bey (1277) Selçuk Türk'ünün ilk dil devrimcisidir Dil devrimi bir ulusun kendi kaynaklarını canıma, kendi asıl ana varlığına ve özüne sahip çıkma davasıdır. Atatürk de bunu istemiştir.

Türk dil devriminin, Atatürk'ün gösterdiği hedefe daha etken ve daha erken ulaşabilmesi için, Türk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile yine Atatürk tarafından kurulan ve çalışma amacı ve dilcilik konusu yönünden aynı sorumluluğu taşıyan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin çok sıkı bir işbirliği halinde çalışmasında zorunluluk vardır. Bu gün için böyle bir işbirliğinin etkili biçimde sürdürüldüğüne ait elimizde doyurucu ve yeterli belgeler mevcut değildir.

Türk dilinin istenilen amaç doğrultusunda gelişmesi, oluşması, benliğini bulup daha da zenginleşmesi için; tarih bilincine dayalı, yaşayan Türkçe ve lehçelerine saygılı bir sözcük üretimine Türk Dil Kurumunun ve konuyla ilgili üniversitelerimizin hep birlikte başarılı çalışmalar yaparak, az zamanda dil sorunumuzun, Atatürkçü düşünce içerisinde çözüme bağlanmasını beklemekteyiz.

Bu gün dünya üzerinde çeşitli Türk lehçeleriyle konuşan 200 milyon Türk vardır. Bunun yaklaşık 70 milyonu anavatanda yaşamaktadır. Dilcilikle uğraşan kurum ve kuruluşların üzerinde durmalarında fayda görülen çok önemli bir sorun da, Türk dilinin özleştirilmesi, geliştirilmesi ve arıtılması konusu üzerinde çalışmalarını sürdürürken, dünya Türklüğünün müşterek bir dil çizgisine yakınlaştırılmasını göz önünde tutmaları faydalıdır. Türkiye Radyolarının elektro manyetik dalgalarının uzandığı coğrafî alan içinde yaşayan milyonlarca Türk, Anadolu Türklüğü ile kültür birliğini ancak bu yolla devam ettirebilir, dış Türkler de ancak bu yol ile anavatan Türklüğünün düşünce potasında kalabilir.Yukarı

Atatürk Dil devrimini yaparken bu çalışmalarını Türk Tarih Devrimi diyebileceğimiz ve birbirinden ayrılması mümkün olmayan diğer önemli bir konuyla beraber yürütmüştür. Ayrıca, Türk dilini yabancı boyunduruğundan kurtarmak için, "Harf devrimini" dil devriminin ayrılmaz bir parçası olarak görmüştür. O halde, dil, tarih ve harf devrimleri, Türk ulusunun ulusal benliğe ve bilince ulaşmasının birer aracı olarak kültürel yaşantımızda; üzerindeki çalışmalarımızı ve bu konuda kazanılan değerlerimizi her gün daha da etkili bir biçimde devam ettirmek, Atatürkçü bir düşüncenin savunulması olacaktır.

Eski yazının hasretini duyanlar, dil üzerindeki çalışmaları kasıtlı olarak baltalamaya çalışanların, aynı zamanda milliyetçi olmaları mümkün değildir.

Kaynak: Em. Tümgeneral, Olcayto, Turhan; Dinimiz ve Emrediyor, Atatürk Ne Yaptı? "Devrimimiz İlkelerimiz", sf: 114-115, 8. Baskı, Ajans- Türk, Ankara, 1998.

dil devriminin amaci

1. Özleşme: (Gittikçe öz haline getirme),
2. Geliştirme ve arındırma (Dilimize yeni girecek sözlere Türkçe karşılık bulmak ve kullanılan yabancı kelimelerin yerine öztürkçelerini yerleştirmektir).
3. Sadeleştirme gibi genel amaçları vardır.

Atatürk'ün yaptığı dil devriminin sonunda işte hepimiz birbirimizle rahatça konuşup anlaşabiliyoruz. Bir başbakanın sözünü bir köylü ve bir profesörün dersini genç bir çocuk anlayabiliyor. Türk Ulusu, Atatürk'den sonra böylece birbiriyle konuşur ve anlaşır hale gelmiştir.

O halde tarihimize, dilimize ve milliyetimize sahip çıkmak ve bunların üzerine titretmek, gelişmelerine yardıma olarak çalışmak, Atatürk ilkelerine sahip olmanın bir anlamını taşır.

Bu konuda dikkat edilecek husus; kültürel ilişkilerimizi devam ettirmek durumunda bulunduğumuz, siyasi sınırlarımız dışındaki büyük Türk kütleleriyle anlaşabileceğimiz bir dil yapısına kavuşmaktır. Aksi takdirde, TRT'nin Türkiye'nin Sesi Radyosundan dünyaya Türkçe seslenen spikerini kim anlayacaktır? Anlaşılabilir bir dil kullanılmadıkça bu kültürel bağ nasıl korunacaktır. Kanımca bu hususa özen göstermekte yarar ve zorunluluk vardır.

Dil devrimi, ulusal bir kültürün gelişmesi için, ulusal bir dilin yeniden canlandırılması prensibine dayanır. Atatürk, Türk ulusunu ulusalcılığa ve ulusal bilince sahip kılarken, ulusalcılığa ve ulus olabilme faktörlerinden en önemlisini oluşturan "ulusal Türk dili" üzerinde bizzat çalışmalar yapmaya başlamıştı.Yukarı

Osmanlı döneminde ve hatta İslâmiyet sonrası Türklük dünyasında Türk dili büyük sarsıntılar geçirmiştir. Oysa ki, Türk ulusunun yer küresi üzerinde yaşadığından bu yana bağımsız bir sözlü edebiyatı, dili ve Orhun Kitabelerinden örendiğimize göre de V. ve V. yüzyıldan itibaren de yazılı bir edebiyatı olmuştur. Bu gerçeğe rağmen, Atatürk dil devrimini yaptığı yıllara kadar Türk ulusu bir bütün olarak birbirleriyle konuşup anlaşabilme olanağını yitirmiş bulunuyordu- Okumuş-cahil ile, yönetici-halk arasında, dil birliği tamamen yok olmaya yüz tutmuştu.

Dil devrimi, gerçekte ulusçuluk ilkesinin tamamlayıcı bir unsuru olmuş ve halkın konuştuğu dili esas aldığından dolayı da Halkçılık ilkesine hizmet etmiştir. Atatürk diyor ki:

"ulusal duygu ile dil arasındaki bağ, çok kuvvelidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duyguların gelişmesinde başlıca etkendir. Ülkesini, bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini ve yabancı boyunduruğundan kurtarmalıdır."

"ulusalcılığın çok belli niteliklerinden biri dildir. Türk ulusundanım diyen insan, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz ..."

"Türk milletinin milli dili ve milli benliği, bütün hayatına hakim ve esas kalacaktır..."

Kaynak: Em. Tümgeneral, Olcayto, Turhan; Dinimiz ve Emrediyor, Atatürk Ne Yaptı? "Devrimimiz İlkelerimiz", sf: 112, 8. Baskı, Ajans- Türk, Ankara, 1998.

dil devrimi

DİL DEVRİMİ (Ulusallaşmanın Önemli Bir Aşaması)

Atatürk bizi, milliyetimize ve Türk ulusal bilincine sahip kılarken bir taraftan da "Türk Ulusal Dili" üzerinde çalışıyor ve dil devrimini gerçekleştiriyordu. Osmanlı devrinde cahil ile okumuş; devlet adamı ile halk, birbirleriyle konuşup anlaşma olanağını hemen hemen yitirmişlerdi. Arabî ve Farisî deyimler arasında Türkçe, neredeyse silinip gidiyordu. Bütün bu karmaşıklığa son veren Atatürk olmuştur.

Dil devrimi, gerçekte milliyetçilik devriminin bir bakıma tamamlayıcısı olmuştur. Yeni harflerin kabulünden sonra ilk 10 yıl içinde dilimizdeki "özleşme" "arındırma" ve "gelişme" hızlanmıştır. Zira yeni yazı bizi Arapça ve Farsça sözlerden uzaklaştırıp, Türkçe konuşup yazmaya zorlamıştır.

Bilindiği gibi her ulusun bir dili vardır ve bu dilin de bir fonetiği, yani gırtlaktan çıkan ses yapısı mevcuttur. Konuşulan dil; o dile uygun bir fonetikle yazılamadığı takdirde o dil, dil olmaktan çıkar. Nitekim Türkçe'de gırtlaktan çıkan sesli ve sessiz harfler bellidir. Eski yazı dediğimiz Arap Alfabesi ise Türk insanının gırtlağından çıkan ses yapısına kesinlikle uymamaktadır.

Bu açıklamadan da kolayca anlaşıldığı gibi Arap Alfabesindeki harflerle Türkçe bir sözü yazmak dilcilik tekniği bakımından mümkün değildir. Bu böyle olduğu gibi, İngiliz, Fransız ya da Rus alfabesindeki harflerle Türkçenin veya bir başka dilin yazılması da mümkün değildir.Yukarı

Bu durumu herkesten önce gören Atatürk, Türk dilinin yazılışına uygun olan sesli ve sessiz harfleri bilimsel metodla bir araya getirerek konuşma fonetiğimize uygun bir yazı (alfabe) fonetiğini de bize kazandırmış oldu. Böylece, dilimiz bacımsızlığa erişmiş; Arapça, Farsça kelimeler kendiliğinden ayıklanmaya başlanmıştır.

Dil devriminin içinde yalnızca harf sorununun çözümlenmesi ile yetinilmemiş, aynı zamanda terminoloji dediğimiz, bilim adamları tarafından konulmuş, insanlığın müşterek malı olan uygarlığın her bir uzmanlık ve bu uzmanlıkların belli bölümlerinin anlatımında kullanılan sözcükler ve deyimlerde de devrim yapılmıştır.

Örneğin; diplomatların, tabiplerin, teknisyenlerin, kimyacıların, matematikçilerin uzmanlık dallan ile ilgili ayrı ayrı terminolojileri vardır. Türkçe karşılıkları bulunamayan bu gibi deyimlerin, uluslararasında kullanılanları kabul edilmiştir.

Cumhuriyete kadar, Arap kültürü etkisiyle, Arap dili ve grameri ile türetilmiş uzmanlık terminolojileri (ıstılâhları)'nı kullanıyorduk. Büyük Atatürk, batılılaşma yolunda, batı terminolojilerini millileştirmeyi de dikkate alarak dilimize kazandırmış, böylece batı bilimine kolaylıkla ayak uydurmak ve batı uygarlığına yetişmek için, ulusumuza büyük bir atılım hızı kazandırmıştır.Yukarı

Terminoloji devrimi, dil devrimimizin bir bölümünü teşkil eder. Terminoloji denilen o uzmanlık deyimlerini bilenler, yabancı dille de konuştuklarında kendi meslektaşlarıyla kolayca anlaşırlar. Başka dillerle yazılmış mesleki eserleri kalayca anlarlar. Uluslararası terminolojilerin kullanılması ulusal dilimize zarar vermez. Ancak, bu konuda ölçülü davranmak da şarttır. Kendi dilimizde karşılığı bulunan ve kullanılan bir deyim varken, uluslararası bir terminolojidir diye gereksiz yere dilimize yabancı kelimeleri doldurmaktan da sakınmalıdır.

Bu arada şunu da belirtmeliyim ki, Ruslar, kendi "kril" alfabelerini bütün azınlıklarına özellikle Türk asıllı olan uyruklarına zorla kabul ettirerek tam bir asimilasyon (benzeşme) politikasını bu yoldan uygulamışlardır. Rus harfleri ile Türkçe bir kelimeyi tam aksanı (söylenişi ile yazmaya, konuşmaya olanak yoktur. Ruslar bu yolla orta Asya Türk dillerini bozmuşlardır. Çin alfabesi ile Türk kelimesini yazmak nasıl mümkün değilse, bir İngiliz ya da Alman fonetiği ve alfabesi ile Türkçe'yi ifade etmek de mümkün değildir.

Dil devrimi harf devrimi ile bir arada görülmeli ve biri, diğerinin tamamlayıcısı olduğu bilinmelidir. Ulusal dil bu şekilde yaratılır. Atatürk'ün, bu devrimi ile ne kadar büyük bir iş yapmış olduğunu giderek daha iyi anlayabiliyoruz.

Kaynak: Em. Tümgeneral, Olcayto, Turhan; Dinimiz ve Emrediyor, Atatürk Ne Yaptı? "Devrimimiz İlkelerimiz", sf: 110-111, 8. Baskı, Ajans- Türk, Ankara, 1998.

harf devrimi

1 Kasım 1928'de Latin esasından alınan harfler, (Türk dilinin özelliklerini belirten işaretlere de yer vererek) "Türk harfleri" adıyla 1353 Sayılı Kanunla kabul edilmiştir. Yazı dilinde kullanılan Arap harflerinin yerine Türk harflerinin alınmasını ifade eden Harf Devrimi yapılmıştır.

Arap harflerinin Türkler tarafından kullanılması, İslamiyet'in kabulünden sonra başlamış ancak bu harfler, Türk diline hiç bir zaman uyamamıştır. Türkçe, Arap harfleri ile kolay yazılıp okunamıyordu. Harf İnkîlabının hedefi, okuyup yazmayı kolaylaştırmak ve yaymak, modern öğretim ve eğitimin gerçekleşmesini sağlamaktı. Harf İnkılabının ilk adımı, 20 Mayıs 1928'de 1288 sayılı kanunla, Arap rakamlarının kullanılmasına son verilerek, uluslararası rakamların kabulü ile başlamıştı.

Atatürk, 9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul'da Sarayburnu Parkı'nda düzenlenmiş bir şenlik sırasında, Harf Devrimini halka duyurmuştur; "Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Arkadaşlar, bizim güzel ahenkli, zengin lisanımız (dilimiz) yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlaşacağız ki, Milletimizin yazısıyla kafasıyla bütün medeniyet aleminin yanında olduğunu gösterecektir. Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete, kadına, erkeğe, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz" demiştir. Harf Devrimi, büyük bir tarihi olaydır. Çünkü, sosyal, kültürel ve siyasi alanda geniş yankıları olmuştur.

1 Kasım 1928'de Latin alfabesine dayalı yeni Türk Alfabesinin kabulünden sonra, 24 Kasım 1928'de yayımlanan Millet Mektepleri Talimatnamesi gereğince, yurdun her köşesinde Millet Mektepleri açılmış, halka yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir. Atatürk bu çalışmalara "Millet Mektepleri Başöğretmeni" sıfatıyla katılmıştır.

turkcenin tarihsel gelisimi

TARİHSEL GELİŞİMİ

Türk dillerinin yazılı metne dayalı tarihleri 7.-9. yüzyıl Orhon Türkçesine kadar uzansa bile, Türkiye Türkçesi için, Anadolu'ya göç eden Oğuzların 11. yüzyıldan sonra kendi lehçeleri üzerine kurdukları yazı dilini başlangıç saymak gerekir.

15. yüzyıla kadar Eski Anadolu Türkçesi olarak adlandırdığımız bu dönemin en ünlü temsilcisi Yunus Emre'dir.

Anadolu Selçuklularının önce Arapçayı, sonra da Farsçayı resmi dil olarak kabul etmeleri nedeniyle Türkçe Anadolu sahasında 13. yüzyıla kadar gelişememiştir. 13. ve 15, yüzyıllar arasında da gittikçe artan sayıda Arapça, Farsça sözcük içeren bir dil ortaya çıkmıştır. Ancak yine de sade sayılabilecek bir Türkçenin egemen olduğu bu dönemden sonra Osmanlıca adı verilen, yoğun Arapça, Farsça etkisi görülen bir dönem başlamıştır.

16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar süren Osmanlıca dönemi kendi içinde Başlangıç Dönemi, Klasik Dönem ve Yenileşme Dönemi olarak üç bölümde incelenir. Bu dönemde yalnız Arapça, Farsça sözcükler değil gramer kuralları da Türkçeye girmiş, yalnız aydın kesimin okuyup yazabildiği bir saray dili ortaya çıkmıştır.

Dilde özleşme çabaları 19. yüzyılın ikinci yansında Tanzimat dönemi ile başlamıştır. Aydınların Türkçe sözcük kullanma, Arap alfabesinde yenilikler yapma (örneğin tüm ünlüleri yazıda gösterme, normalde bitişik yazılan Arapça harfleri ayrı yazma gibi) çabalarıyla geçen bir hazırlık döneminden sonra Cumhuriyetle birlikte çağdaş Türkçenin temelleri atılmıştır.

Atatürk'ün özel ilgi ve çabalarıyla Latin alfabesine geçilmiş, tarama, derleme ve türetme yoluyla dildeki Türkçe sözcük oranı kısa sürede büyük oranlara ulaşmıştır.

turkcenin ozellikleri

TÜRK DİLİNİN AİT OLDUĞU DİL AİLESİ, GENEL ÖZELLİKLERİ

Türkçe, diğer Türk dilleriyle birlikte Altay dil ailesinin bir kolunu oluşturur. Bu ailenin diğer üyeleri Moğolca, Mançu-Tunguzca ve Korecedir. Japoncanın Altay dil ailesinin bir üyesi olup olmadığı konusu tartışılmaktadır.

Türkçe, diğer Altay dilleri gibi eklemeli, yani sözcüklerin eklerle yapıldığı ve çekildiği, sondan eklemeli bir dildir.

Türkçe sözcüklerde, Arapça, Almanca vb. dillerde görülen erillik, dişillik (yani cinsiyet ayrımı) özelliği yoktur.

Türkçede sayı sıfatlarından sonra gelen adlar çoğul eki almazlar. Yani üç ağaçlar değil üç ağaç.

Önlük-artlık (kalınlık-incelik) ve düzlük-yuvarlaklık uyumları vardır. İlk uyuma göre bir sözcükteki ünlüler ya hep art veya ön, ikinci uyuma göre de ya hep düz veya yuvarlak olurlar.Yukarı

f, j ve h ünsüzleri Türkçe kökenli sözcüklerde bulunmazlar. (Bir kaç Türkçe sözcükte başka seslerden değişmiş olarak f görülebilir:
öfke < öpke, ufak < ubak vb.)

Türkçe sözcüklerde söz başında bulunabilen ünsüz sayısı sınırlıdır:
b, ç, d, g, k, s, t, v, y.

c ünsüzü, söz başında başka ünsüzlerden değişmiş olarak bir kaç sözcükte bulunur: cibinlik < çıpın vb.

n ünsüzü Türkçe kökenli sözcükler içinde yalnız ne ve türevlerinde bulunur: ne, neden, niçin, nasıl vb.

p ünsüzü de söz başında, bir kaç Türkçe sözcükte b'den değişmiş olarak bulunur: piş- < biş-, parmak < barmak vb.

metafor (egretileme, istiare, deyim aktarmasi)

Bir kavramın, durumun ya da nesnenin doğruda kendisiyle değil, bir başka kavram, durum ya da nesne kullanılarak dolaylı yoldan anlatılması.

Metaforu açıklayan örnek metin:
Antonio Skarmeta, Ateşli Sabır (Çeviren: Tülin Şenruh), İstanbul, Afa Yayınları, 1987: 19-23.

Örnek:
O ne tilkidir o!

Örnek:
"Karadutum, çatalkaram, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem" Bedri Rahmi EYUBOĞLU

Bütün sözcükler sevgiliyi dolaylı yoldan ve etkili biçimde anlatmak için kullanılmış.

Örnek:
"Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!"
"Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal" Mehmet Akif ERSOY

"Al sancak" ve "hilal" sözcükleri, Türk bayrağını anlatmak için kullanılmış.

benzetme

Bir nesne, kavram ya da durumu daha iyi, daha güçlü ve etkili anlatabilmek için başka bir nesne, kavram ya da durumdan yararlanmak.

Benzetmede amaç, somutlaştırma, gözde canlandırma sayesinde, anlatılmak istenenin daha etkileyici olmasını sağlamaktır.

Örnek:
Tilki gibi kurnaz.
Taş bebek gibi kız
Örnek:
Bir arpa boyu yol gitmek!
(Bir sorunu) Tereyağından kıl çeker gibi çözmek.

Örnek:
"Dedim inci nedir, dedi dişimdir
Dedim kalem nedir, dedi kaşımdır" Erzurumlu Emrah

Örnek:
"Evlerinin önü çardak
Elif'in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye" Karacaoğlan

Örnek:
"Yar yar!
Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar" Bedri Rahmi EYUBOĞLU

Örnek:
"Yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine" Nazım Hikmet

bagdastirma

“Tamlama, deyim gibi söz varlığı içindeki öğeleri ve tümce ya da sözceleri anlamlı, kabul edilebilir birimler halinde biraraya getirme”.

Doğan AKSAN

(Doğan AKSAN, Anlambilim, Ankara, Engin Yayınevi, 1999: 83)

Örnek:

körpe salatalık
çıkmaz sokak
ilk gözağrısı

Alışılmamış bağdaştırma:

“Anlam belirleyicileri, anlam ayırıcıları arasında uyum bulunmayan birleştirmeler”.

Doğan AKSAN
(Doğan AKSAN, Anlambilim, Ankara, Engin Yayınevi, 1999: 84)

Örnek:

körpe merdiven

Örnek:

Deyimleşmiş alışılmamış bağdaştırmalar:
ömür törpüsü
şeytan çekici
laf ebesi

Örnek:Yukarı

“Biliyorsun, ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orasıdır” Cemal Süreya “Vakit Var daha”

Örnek:

“Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının” Cemal Süreya “San”

Örnek:

“Yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu” Attila İLHAN “Cinayet Saati”

Örnek:

“Vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü” Attila İLHAN “Cinayet Saati”

Örnek:

“Demirciler bir nehri dövmektedir” Hilmi YAVUZ “Yapı İşçileri Anlatıyor”

Örnek:

“Bir ağaç işliyor yanımda tıkır tıkır” Edip CANSEVER “Yerçekimli Karanfil”

baglam (context)

Bir sözcük ancak diğer göstergelerle birlikte belirli bir kavramı yansıtır; böylece oluşan bütüne “bağlam” denir.

Örnek:

Çocuğu askere yolladık.//Ne yakışıklı çocuk. ------> Çocuk= Genç erkek

Çoluk çocuk nasıl? ------> Çocuk= Ev halkı,

evlat

Çocuğu emzirdin mi? ------> Çocuk=Bebek

Örnek:Yukarı

Sigarayı bıraktım. ------> Bırakmak: Alışkanlığı terketmek

Annemi eve bıraktım. ------> Bırakmak: Götürmek

İşi bıraktım. ------> Bırakmak: İstifa etmek.

Ali’yi bıraktım, onu sevmiyorum artık. ------> Bırakmak: Terketmek,

ayrılmak

Tutukluları bıraktılar. ------> Bırakmak: Salıvermek, tahliye

etmek.

Anlam, konuşmanın ya da yazının bütününe(bağlamına) bağlıdır.

Örnek:

- Babam iyice üşütmüş.

1. Soğuk algınlığına, nezleye yakalanmayı kastetmek için kullanılabilir.

2. Çıldırmaya yakın bir hali anlatmak için kullanılıyor olabilir.

Bu anlamlardan hangisinin kastedildiği, konuşmanın öncesinden ve sonrasından anlaşılabilir.

Örnek: Yukarı

- Elinde ne var?

1. Elinde bir şey saklayan kişiye elinde ne olduğunu sormak için kullanılıyor olabilir.

2. İskambil oynanıyorsa eldeki oyun kâğıtlarını anlatır.

3. Bir işten söz ediliyorsa, sahip olunan malzemeyi, parayı, kanıtları vs. kasdeder.

4. İki kişi dertleşiyorsa “Elinden ne gelir?” anlamı içerir.

Bu anlamlardan hangisinin kastedildiği, konuşmanın öncesinden ve sonrasından anlaşılabilir.

Örnek:

- Boğaz konusuna gelince...

1. Tıp Fakültesi’nde bir ders sırasında, iki tıp doktoru arasındaki konuşma sırasında, doktorla hastası arasındaki bir konuşma sırasında kullanıldığında organ olan boğaz anlaşılır.

2. Beslenmeyle ilgili bir konuşma söz konusuysa gıda masrafları, yeme içme işleri anlaşılır.

3. Siyasetle, coğrafyayla ilgili bir konuşmada İstanbul ya da Çanakkale Boğazı kastediliyor olabilir.

Bu anlamlardan hangisinin kastedildiği, konuşmanın öncesinden ve sonrasından, konuşmacıların kimliklerinden, konuşma mekânından anlaşılabilir.

Örnek:Yukarı

- Kahve içer misiniz?

- Kahve uykumu kaçırıyor.

1. Herhangi bir nedenle sabahlaması gereken bir kişi tarafından verilen bir yanıtsa, “Evet, içerim” anlamına gelir.

2. Yorgun, uykulu bir kişi tarafından verilen bir yanıtsa “Hayır, içmem” anlamına gelir.

Örnek:

- Çay ister misiniz?

- Teşekkürler.

1. “Evet, lütfen” anlamına gelebilir.

2. “Hayır, teşekkür ederim” anlamına gelebilir.

Bu anlamlardan hangisinin kastedildiği, yanıt veren kişinin jest ve mimiklerinden, ses tonu ve vurgulamalarından anlaşılabilir.

terimler

Özel bir alanla ilgili kavramları karşılayan teknik sözcükler.

Örnek:

Alegori: Bir duyguyu, düşünceyi ya da kavramı bir başka varlık yardımıyla sembolize ederek anlatma.
Aliterasyon: Aynı harf ya da hecelerin, bir ahenk yaratmak amacıyla cümle içinde sık sık tekrarlanması.
Mazmun: Bazı kavramları, durumları anlatmak için kalıplaşmış sözleri kullanmak.

Örnek: İnci=diş

atasozleri

Toplumların yaşam deneyimlerinden kaynaklanan ve bilgeliğinin ürünü olan cümle kalıpları.

Toplumun belleğinde yüzyıllarca varlıklarını sürdüren atasözleri, o toplumun yaşam biçimini, kültürünü yansıtırlar. Kalıplaşmışlardır; sözcükleri ve söz dizimleri değiştirilemez. Atasözleri, ulusların dil hazinesinin en zengin ve renkli ürünleridir. Basit kuruluşlu ama derin anlamlıdırlar. Ezgili ve ritmik bir yapıya sahiptirler.

Örnek:

Kuzguna yavrusu şahin görünür.
Emanet atın dişi arpa yerken kırılır.
El elin eşeğini türkü çağırarak arar.
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla.
Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al.
El el üstünde olur, ev ev üstünde olmaz.
Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır.
İşin yoksa şahit ol, paran çoksa kefil ol.

deyimler

Sözcüklerin kendi anlamlarından ayrı bir anlam için biraraya gelerek, halk dilinde yüzyıllardır söylene söylene kalıplaşmış bir ifadeye dönüşmesi.

Deyimler, bir durum ya da kavramla ilgili ayrıntıları içerir; az sözle çok şey anlatılmasını sağlar. Bir dilin en zengin ve renkli malzemesidir; dilin gücünün göstergesidir. Toplumun geçmişinin, yaşam birikiminin, kültürel ve sosyal kimliğinin işaretlerini taşır. Kalıplaşmıştır; kalıbın içinde yer alan sözcükler eş anlamlı ya da yakın anlamlı başka sözcüklerle değiştirilemez.
Örnek:

Göze gelmek: Göz değmesi.
Göze girmek: Dikkat çekerek ilgi ve değer kazanmak.
Gözden çıkarmak: Vazgeçmek, feda edebilmek.
Gözü yememek: Bir işi yapabilecek gücü ve güveni kendinde bulamamak.
Gözü kesmek: Bir şeyi yapabileceğine güvenmek.
Göze almak: Bir şeyi yapabilecek cesareti göstermek, o fedakârlıkta bulunabilmek.
Gözünü alamamak: Bakmaya doyamamak.
Gözü ısırmak: Tanıyacak gibi olmak.
Gözü tutmamak: Güvenmemek, beğenmemek.
Gözü ilişmek: İstemeden, birdenbire görüvermek
Gözleri yaşarmak: Duygulanmak, ağlayacak gibi olmak.
Gözlerinin içi gülmek: Çok sevindiği gözlerinden anlaşılmak

Örnek:

Canı çıkmak: Çok yorulmak; ölmek; çok yıpranmak
Canı burnunda olmak: Çok yorgun ve kızgın olmak.
Can kulağı ile dinlemek: Çok dikkatli dinlemek
Canından bezmek: Ölecek kadar sıkıntı içinde olmak
Canına susamak: Bela aramak

anlam genislemesi

ANLAM BİLİM - Anlam Değişmeleri - Anlam Genişlemesi

Anlam Aktarması:

Kavramın doğrudan kendisinin değil, dolaylı olarak bir başka ifadeyle anlatılması.

Örnek:
Beyazperde= Sinema
Yeşilçam= Türk sineması
Sahne= Tiyatro
Yeni Dünya=ABD
Sandık başına gitmek= Seçim yapmak
Yeditepe=İstanbul
Dökülmek= Çok yorulmak
Köpürmek= Çok öfkelenmek
Okşamak= Dövmek
Temizlemek= Öldürmek

anlam daralmasi

Sözcüğün, zaman içinde geçmiştekinden daha dar bir anlamı, önceden ifade ettiği anlamın sadece bir bölümünü ifade eder hale gelmesi.

Örnek:


Eski Türkçede


Bugün

Oğlan


Kız ve Erkek Evlat


Erkek evlat, erkek çocuk

Davar


Sahip olunan mal, mülk, varlık


Sahip olunan büyükbaş hayvan

Savcı


Sözcü, elçi, peygamber


Sanıkları kovuşturan hukuk adamı

İl


Ülke


Vilayet

Sanmak


Düşünmek, saymak


Zannetmek

Dirilmek


Yaşmak, öldükten sonra canlanmak


Öldükten sonra canlanmak

karsit anlamlilik

Birbirine taban tabana zıt durumları ve kavramları ifade eden sözcükler.
Her kavramın karşıtı bulunmak zorunda değildir.

Örnek:
İyi x Kötü
Sevinç x Üzüntü
Cesur x Korkak
Doğru x Yanlış
Ödül x Ceza
Okumuş x Cahil
Güzel x Çirkin
Görkemli x Sade
Sağlam x Çürük
Buruşuk x Düz
Gitmek x Gelmek
Alt x Üst

esseslilik

Sesteş olmakla birlikte aynı anlamı, kavramı karşılamayan sözcükler.
Eş adlılıkta, sözcüğün sesçe aynı olan iki biçimi arasında hiçbir anlam ilişkisi yoktur.

Ayrıca bkz. Yazımları aynı anlamları farklı sözcüklerin telaffuzu.

Örnek:
Dolu: Boş olmayan
Dolu: Yağan buz parçaları

Dil: Tat alma organı
Dil: Gönül

Kurt: Köpekgillerden yırtıcı hayvan
Kurt: Omurgasız, bacaksız küçük hayvan

Kara: Siyah
Kara: Toprak parçası

Yüz: Surat
Yüz: 100.

Bitmek: Tükenmek

cok anlamlilik

Bir sözcüğün birden çok durum ya da kavramı ifade etmesi.
Çok anlamlılıkta, bir sözcüğün iki biçimi arasında anlam ilişkisi vardır.

Örnek:
Yüz: 1. Surat
2. Yüzey(suyun yüzü)
3. Bir şeyin ön cephesi(Evin yüzü)
4. Bir şeyin görünen bölümünü kaplamakta kullanılan kumaş (Yorgan yüzü)
5. Yan, taraf.

Acı: 1. Tatlı olmayan
2. Koyu (Acı yeşil)
3. Istırap

Dil: 1. Ağzın içindeki organ
2. Kilit vb. araçlardaki yassı, hareketli bölüm
3. Nefesli çalgılardaki ince, metal yaprak
4. Denize uzanan kara parçası
5. Konuşma yeteneği
6. İnsanlar arasında iletişimi sağlayan dizge.

Kuyruk: 1. Hayvanlarda gövdenin alt uzantısı
2. Uçurtma ve uçakların arkasındaki uzantı.
3. Sıra beklemek için oluşan insan dizisi
4. Başın arkasında toplanan saç.


Geçmek: 1. Arkada bırakmak
2. Hastalığın bulaşması
3. Sınıfını başarıyla bitirmek
4. Birşeye gücü yetmemek

Dokunmak: 1. Değmek
2. Sağlığın olumsuz etkilenmesi
3. Duygulanmak.

yakin anlamlilik

Hemen hemen aynı anlamı karşılayan ancak aralarında küçük ayrımlar olan sözcüklerdir.

Örnek:
korkmak/ürkmek/çekinmek/sinmek
bıkmak/bezmek/usanmak
kötü/berbat/fena
kır/boz/kırçıl/gri/kurşuni
gücenmek/darılmak/küsmek/içerlemek
semiz/şişman/tombul/tıknaz
oturmak/ilişmek/çökmek

esanlamlilik (ayni anlam)

Aynı kavramı karşılayan, birbirinin yerine kullanılabilen, aralarında hiçbir fark olmayan sözcüklerdir.

Genellikle bir dile başka dillerden gelen sözcükler ile o dilin kendi söz varlığındaki sözcükler arasında eşanlamlık görülür.

Örnek:
hane=ev=konut=mesken imtihan=sınav
bellek=hafıza
mektep=okul
kılavuz=rehber=mihmandar
hürriyet=özgürlük
ajan=casus
cevap=yanıt
alaz=alev=yalım
ödül=ikramiye=mükâfat
demek=söylemek
kaybetmek=yitirmek
açıklamak=izah etmek
amaç=gaye=hedef=maksat

gercek anlam ve mecaz anlam

Sözcüğün herkesçe bilinen anlamına "gerçek anlam", herkesçe bilinenin dışındaki anlamına "mecaz anlam" denir. Mecaz anlamda, sözcüğün belirli bir ilgiyle başka bir kavramın anlatılması için kullanılması söz konusudur; deyimlerde, şiirlerde olduğu gibi.

temel anlam ve yan anlam

Bir sözcüğün gösterdiği ilk ve temel göstergeye "temel anlam", temel anlamdan kaynaklanan ama temel anlama göre farklılıklar taşıyan, ikinci, üçüncü derece anlamlara "yan anlam" denir.

somut ve soyut anlam

Nesnel varlığı olan, gözle görülen, elle tutulan nitelikteki varlıkları belirleyen, herkesçe aynı şekilde anlaşılan, aynı görüntüyü yaratan sözcüklere "somut anlamlı sözcük"; gözle görülmeyen, elle tutulmayan, herkeste aynı duygu ve düşünceleri, aynı görüntüyü yaratmayan durumları belirten sözcüklere "soyut anlamlı sözcük" denir.

genel ve ozel anlam

Kavram, nesne, varlık ve durumları topluca belirleyen sözcüklere "genel anlamlı sözcükler", sınırlı bir anlam boyutunda belirleyen sözcüklere "özel anlamlı sözcükler" denir.

sozcukte anlam

"Bir göstergenin öteki göstergelerle sıkı sıkıya ilişkili biçimde, belli bir bağlam içinde, belli bir duruma ve koşullara bağlı olarak yansıttığı kavram."

Doğan AKSAN
(Doğan AKSAN, Dil, Anlam, Sözcük, Ankara, Ankara Üniversitesi Yayınları, 1991: 37)

Kavram:

"1. Dünyadaki nesnelerin, biçimlerin, olgu, durum ve devinimlerin dilde anlatım buluşudur. 2. Dünyadaki nesnelerin ortak niteliklerine dayanan, dile özgü bir genelleme, bir soyutlamadır."

Doğan AKSAN
(Doğan AKSAN, Dil, Anlam, Sözcük, Ankara, Ankara Üniversitesi Yayınları, 1991: 54-55)

Metin: "Türkçenin Söz Varlığının Anlam Açısından Özellikleri", Doğan Aksan, Türkçenin Gücü, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1990: 37-40.

anlambilim (semantik)

Dili anlam açısından inceleyen bilim dalı.

"Dilbilimsel anlambilim, göstergenin içerik ya da gösterilen yanını ele alır, gösteren(işitim imgesi) ile gösterilen arasındaki ilişkileri, gösterilendeki değişim ve oynamaları, dilsel yapıların anlamsal yönden ortaya koyduğu çeşitli olguları vb. inceler."

Berke VARDAR
(Pierre GIRAUD, Anlambilim, Çeviren: Berke Vardar, Ankara, Kuzey Yayınları, 1984: VII)

koseli parantez ve koseli parantezin kullanim yerleri

NOKTALAMA - Köşeli Parantez ( [ ] )
a.

Parantez içine alınan bir anlatımda ayrıca parantez içine alınması gereken bir açıklama varsa, bu açıklama köşeli parantez ile gösterilir.

Nurullah Ataç'a göre: "çocukluğu olmayanın gençliği de olmaz". (Günce [17 Nisan 1953] )
b.

Cümlede, anlam açısından büsbütün farklı sözü/ sözleri belirtmek için kullanılır:

Cahit Sıtkı, mektuplarından birisinde [27 Mart] sevdiği Fransız şairleri hakkında şöyle demektedir:
c.

Aktarıman metinlerde, yazarın yaptığı yanlışlığı düzeltmek amacıyla kullanılır:

Ebubekir Hazım Tepeyran 1946 [1947] yılında öldü.

tek parantez ve tek parantezin kullanim yerleri

OKTALAMA - Parantez İşareti ( ) )


Madde başlarında, sıralamalarda ya da rakamlardan sonra kullanılır:

Namık Kemal şu türlerde eserler vermişlerdir:
1) Şiir;
2) Tiyatro;
3) Roman;
4) Tenkit;
5) Tarih.

parantez isareti ve parantez isaretinin kullanim yerleri

NOKTALAMA - Parantez İşareti ( ( ) )
a.

Bir sözcük ya da cümleden sonra yapılan açıklamalar parantez içine alınır:

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) en güzel eserlerini Bodrum'da yazmıştır.
Şiir Tahlilleri (Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Kadar)'nde Tevfik Fikret'in şiirini bu bakış açısıyla incelemiştik.
b.

Eş anlamlı sözcükler, eş değerdeki tarihler ve rakamlar parantez içinde kullanılır:

İnsan ikrarından (sözünden), hayvan yularından tutulur. (Türk atasözü)
En mükemmel anlatma (expression) vasıtamız dildir.
Gerçekçilik akımı, Gustave Flaubert (Gustav Flober)'in yazdığı Madam Bovary'nin yayınlanmasıyla (1857) başlamıştır.
c.

Bilimsel çalışmalarda kaynaklar çoğunlukla dipnotta veya eserin sonunda "kaynaklar" başlığı altında gösterilir. Metin içinde kaynak gösterilmek istenirse parantez işareti kullanılır:

Tanzimat döneminde Osmanlı aydınları Batı uygarlığını üç vâsıta ile (kitap, duyma ve gözlem) tanımışlardır (Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Mithat Efendi, 1975: 21).
d.

Tiyatro eserlerinde sahnede yapılacak hareketler parantez içinde gösterilir:

Eleştirmeci (odadan çıkar): Ne var, ne oldu? (Behçet Necatigil)

UYARI: Çoğu zaman tırnak işareti ile parantez işaretinin kullanıldığı yerler birbirine karıştırılır. Cümlede tırnak işareti içindeki sözcükler ve cümleler çıkartılırsa anlam bozulur. Parantez içindeki sözcükler ve cümleler çıkartılırsa anlam bozulmaz.

Kul kusursuz (hatasız) olmaz.
Cahit Sıtkı Tarancı'nın "Otuz Beş Yaş" adlı şiirini henüz orta okulda iken okumuştum.

tirnak isareti ve tirnak isaretinin kullanim yerleri

NOKTALAMA - Tırnak İşareti ( " " )
a.

Bir metnin içerisinde başkasından aktarılan yazıların, sözlerin başına ve sonuna tırnak işareti konur:

Tilkiye "tavuk kebabı yer misin?" demişler: "Adamın güleceğini getiriyorsunuz" demiş.
b.

Önemi belirtilmek istenen sözcüklerin başında ve sonunda tırnak işareti kullanılır:

Ta derinden bir gün bana "gel!" desin. (Ahmet Kutsi Tecer)
c.

Karşılıklı konuşmalarda çizgi yerine tırnak işareti de kullanılır:

"Sınava iyi hazırlandın mı?".
"Evet, ya sen?".
d.

Bir yazıda sözcükler ya da sayılar alt satırlarda tekrarlanıyorsa, bu sözcük ya da sayıları yazmamak için "den den" adı verilen tırnak işareti kullanılır:

Hacettepe Üniversitesi'nde bulunan bazı fakülteler şunlardır:
Edebiyat Fakültesi
Fen "
Mühendislik "
Tıp " .

egik cizgi ve egik cizginin kullanim yerleri

NOKTALAMA - Eğik Çizgi ( / )
a.

Şiirlerden yapılan alıntılanda, mısraların yan yana yazılması gereken durumlarda mısraları belirlemek için kullanılır:

Hani bir sevgilin vardı / Yedi sekiz sene önce / Dün yolda rastladım / Sevindi beni görünce./ (Behçet Necatigil)
b.

Adres yazarken apartman numarası ile daire numarası arasına ve semt ile şehir arasına eğik çizgi konur:

Belendir sok. No: 16/2 A. Ayrancı/ Ankara
c.

Dilbilgisinde eklerin farklı şekillerini göstermek için eğik çizgi kullanılır:

- lar/ -ler -cı / ci
d.

Bölme işareti olarak kullanılır:

70 / 2 = 35

kisa cizgi ve kisa cizginin kullanim yerleri

NOKTALAMA - Kısa Çizgi ( - )
a.

Satır sonuna sığmayan sözcükler kısa çizgi ile ayrılır ve sözcüğün satıra sığmayan bölümü bir alt satıra yazılır. Sözcük bölünürken hecelerin bölümlenmesine dikkat edilir.

Evlerimize dö-
nerken bekçiler-
le karşılaştık.
b.

Aralarında türlü ilişkiler (eşitlik, yakınlık ...) bulunan iki sözcük veya iki tarih arasındaki ortaklığı ve başlangıçla sonu belirtmek için kısa çizgi kullanılır:

Türkçe, Ural-Altay dil ailesindendir.
Yarın saat 19.00 - 19.30 arasında, sizi, akşam yemeğine bekliyoruz.
Yıllar önce onunla karşılaştığım zaman yirmi beş - otuz yaşlarındaydı.
Atatürk (1881-1938), yılları arasında yaşamıştır.
c.

Cümlenin kuruluşuna girmeyen, ancak cümledeki düşünceyi açıklamaya yarayan ara söz veya ara cümleleri ayırmak için çizgi işareti konur:

1775'de İstanbul'a gelen Baron de Tott, karısının ziyaretine gittiği bir sultan sarayında - Ahmet III.'ün kızı - bütün bir Fransız dekorunu hazır bulduğunu söyler.
Vural Bey, - cuma günleri dışında - toplantıya kendisi başkanlık eder.
d.

Arapça ve Farsça kurallara göre yapılmış tamlamalar ve birleşik kelimeler arasına kısa çizgi konur:


Divan-ı Lügati't-Türk
Tercüman-ı Ahval
Duyûn-ı Umûmiye (devlet borçları)
e. Dilbilgisinde kök ve ekleri göstermek için kısa çizgi kullanılır:

Göz-lük-çü-ye

tut-ku

sev-i-ş-mek
f. Dilbilgisinde fiil kök ve gövdelerini belirtmek için kısa çizgi kullanılır:

Sar- vur- yat- okut- görüş-

uzun cizgi ve uzun cizginin kullanim yerleri

NOKTALAMA - Uzun Çizgi ( — )


Bu noktalama işaretine konuşma çizgisi de denilmektedir. Yazıda, satır başlarına alınan konuşmaları göstermek için kullanılır. Eğer metinde konuşmalar tırnak içinde verilirse bu durmda konuşma çizgisi kullanılmaz.

Frankfurt'a gelen herkesin sorduğu sorular şunlardır:
— Eski şehri gezdin mi?
— Goethe'nin evini gezdin mi? (Ahmet Haşim)

unlem isareti ve unlem isaretinin kullanim yerleri

NOKTALAMA - Ünlem İşareti ( ! )

Ünlem işareti genellikle cümle sonu işaretidir.

a.

Heyecan, şaşkınlık, korku, acıma, kızgınlık gibi duyguları anlatan sözcük ve cümlelerden sonra kullanılır:

Aman Allah'ım, manzara ne güzel!
A! Sen artık çok oluyorsun.
b.

Heyecanlı seslenişlerden, emir ve hitaplardan sonra ünlem işareti konur:

Ey Türk Gençliği!
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Türk milleti!
c.

Bir cümlede birden çok ünlem kullanılması gerektiği durumlarda, ünlem işaretleri yerine virgül konarak cümlenin sonunda tek bir ünlem kullanılır:

Aman, off, öldüm, bittim, canım çok yandı!
d. Küçümseme, yerme, alay bildiren cümlelerden sonra ünlem işareti konur:

Ali Beyin ne kadar akıllı (!) olduğunu herkes biliyor.
Karnede getirdiğin notlardan ne kadar çok çalıştığın (!) belli oluyor.

soru isareti ve soru isaretinin kullanim yerleri

NOKTALAMA - Soru İşareti ( ? )
a.

Soru bildiren cümlelerden ve sözcüklerden sonra soru işareti konur:

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? (Cahit Sıtkı)
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? (Cahit Sıtkı)
Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu adlı romanını okudunuz mu?
Ya gelmeseydin?
b.

Verilen bilgilerin kesin olarak doğruluğundan emin olunmadığı durumlarda soru işareti kullanılır:

Hoca Ahmet Yesevî (? - 1166), Türkistan bölgesinde yaşamıştır.
Divan şairimiz Fuzûlî (1480?-1556), İstanbul'a hiç gelmemiştir.
c.

Karşılıklı konuşmalarda şaşkınlık, şüphe, alaya alma, suskunluk gibi ruh hallerini belirtmek için kullanılır:

- Evli misin?
- Evet.

Her ay on kitap okuduğunu (?) söylüyor.



UYARI: Gerçek soru bildirmeyen soru eki ve kelimelerinden sonra, soru işareti kullanılmaz:

Yemek gördün mü ye, dayak gördün mü kaç.
Yüzüme baka baka yalan söylemez mi!

noktali virgul ve noktali virgulun kullanim yerleri

NOKTALAMA - Noktalı virgül (;)

1. Cümle içinde virgüllerle ayrılmış tür veya takımlarla birbirinden ayırmak için konur:
Erkek çocuklara Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan; kız çocuklara ise İnci, Çiçek, Gönül, Yonca adları verilir.
2. Öğeleri arasında virgül bulunan sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur:
Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyor; bağırmak, kahkahalar atmak, ağlamak istiyorum. Sabahtan beri bekliyorum; ne gelen var, ne giden. İş işten geçti;artık gelse de olur, gelmese de.
3. Virgülle ayrılmış örnekleri farklı örneklerden ayırmak için konur:
Türkiye, İngiltere, Azerbaycan; İstanbul, Londra, Bakû.
4. Kendilerinden evvelki cümleyle ilgi kuran ancak, yalnız, fakat, lâkin, çünkü, yoksa, bundan dolayı, binaenaleyh, sonuç olarak, bununla birlikte, öyleyse vb. cümle başı bağlaçlarından önce konur.

Halis bir şiir fena okunabilir; lâkin sahte bir şiir iyi okunamaz.
(Yahya Kemal Beyatlı)

Bir millet ordusunu kaybedebilir, bağımsızlığını da kaybedebilir; fakat dilini sakladıkça o millet yaşıyor demektir.
(Nihal Atsız, Türk Ülküsü)

virgul ve virgulun kullanim yerleri

a.

Cümlede sıralanan isim, sıfat, zarf, zamir, fiil ve harfler arasında virgül kullanılır:

Bunun gibi, her şey, kin, nefret, muhalefet, bize hep insanlardan, hep toplumdan gelmiyor mu?
b.

Cümlede özne olan kelime, kendisinden sonra gelen sözlere karışabilecekse, özneden sonra virgül konulur:

O, tarihin seyrini değiştiren adamdı.
Bu, tek gözlü, genç fakat ihtiyar görünen bir adamcağızdır. (Halit Ziya)
c.

İşaret zamirlerinden sonra virgül kullanılır:

Bu konferansta o, bilgisayar teknolojisi hakkında bilgi verdi.
d.

İsim yerine geçen sıfatlardan sonra virgül kullanılır:

Çocuk, bisikletine bindi.
e.

Birleşik sıralı cümlelerde, arada bağlam olsun olmasın, iki cümle arasında virgül kullanılır:

Sinemaya gidecektik, fakat geç kaldık.
f. Birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelime ve kelime gruplarının arasına virgül konulur:

Meyve tabağında elma, muz, armut ve ayva vardı.
Evde, okulda, yollarda, her yerde yalnızca seni düşünüyorum.
Kısa saçlı, ela gözlü, kahverengi mantolu, genç ve güzel bir kız gülümseyerek bana doğru yaklaştı.
Küçücük arabaya benim bavullarımı, annemin kayak takımını, kardeşlerimin oyuncaklarını tıka basa yerleştirmeye çalıştık.
g. Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak amacıyla virgül kullanılır:

Bir varmış, bir yokmuş.
Umduk, bekledik, düşündük. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
h. Cümlede özel olarak vurgulanması gereken öğelerden sonra virgül konur:

Bunu hiç kimse bilhassa o, yapmadı.
Soğuk, ellerimizi dondurdu.
Bizim, minyatürden tuval resmine geçişimiz, Batılı resim sanatının Türk resim sanatını etkilemesiyle, XIX. yüzyılda başlamıştır.
i. Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan öğeleri belirtmek için virgül konur. Virgül işareti cümlenin öznelerini ayırır:

Saniye Hanımefendi, merdivenlerde oğlunun ayak seslerini duyar duymaz, hasretlisini karşılamaya atılan bir genç kadın gibi, koltuğundan fırlamış ve ona kapıyı kendi eliyle açmaya gelmişti. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

Selçuk Üniversitesi, yalnız eğitim ve kültür açısından değil, sosyal ve teknolojik açıdan da yöreyi etkiliyor.
j. Cümle içinde ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için virgül konur:

Örnek olsun dile, örnek istemez ya, söylüyorum.
Bütün erkekler, sakatlar ve yaşlılar hariç, silah altına alınmıştı.
k. Anlama güç kazandırmak için tekrarlanan kelimeler arasına virgül konur:

Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam. (Ahmet Haşim)

NOT: İkilemeler arasına virgül konulmaz.

Yavaş yavaş; bata çıka; koşa koşa vb.
l. Tırnak içinde olmayan alıntı cümlelerden sonra virgül konulur:

Ben onu görünce titriyorum, diyor.
Recaizâde Mahmut Ekrem, şiir sadece vezinli ve kafiyeli olmaz; nesir ile de yazılabilir, diyordu.
m. Kendisinden sonraki cümleye bağlı olarak red, kabul ve teşvik bildiren hayır, yok, yoo, peki, pekâlâ, tamam, olur, hayhay, başüstüne, öyle, haydi, elbette gibi kelimelerden sonra virgül kullanılır:

Haydi, geç kalıyoruz.
Olur, ben de size katılırım.
n. Bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelime veya kelime gruplarıyla yapı ve anlam bakımından bağlantısı olmadığını göstermek için virgül kullanılır:

Bu gece, eğlenceleri içine sinmedi. (Reşat Nuri Güntekin)
o. Devrik cümlelerde virgül işaretinin yeri çoğu kez kurallara uymamaktadır:

Çoktan almıştım o kitabı, birkaç kez de açtım okumak için, yürümedi.
Yola, öğle yemeğinden sonra çıktık.
p. Hitap için kullanılan kelimelerden sonra virgül konur:

Sayın Başkan,
Değerli Arkadaşım,
Çocuklar, sınıfta gürültü etmeyin!
Efendiler, temin ettiğimiz vatanın harap ve fakir olduğunu hariçte ve dahilde bilmeyen yoktur.
r. Yazışmalarda başvurulan makamın adından sonra virgül konur:

Türk Dil Kurumu Başkanlığı'na,
Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü'ne,
s. Yazışmalarda yer adlarını tarihlerden ayırmak için virgül konur:

Kuşadası, 4 Mart
Ankara, 26 Ocak
t. Sayıların yazılışında, kesirleri ayırmak için virgül kullanılır:

38 , 5 (otuz sekiz tam, onda beş)
0 , 52 (sıfır tam, yüzde elli iki)
u. Bibliyografik künyelerde yazar, eser, basımevi vb. maddelerden sonra virgül konur:

ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Ankara, 1938.



UYARI: Metin içinde "ve", "veya", "yahut" gibi bağlaçlardan önce ve sonra virgül konulmaz.

uc nokta ve uc noktanin kullanim yerleri

NOKTALAMA - Üç Nokta ( ... )
a.

Büyük üzüntü, korku, sevinç gibi duygular nedeniyle tamamlanamayan cümlelerden sonra üç nokta konur:

- Baban iyileşti mi?
- Onu geçen hafta ...

Keriman hıçkırıklar arasında: - Yirmi yıl ... diye inledi, yirmi yıl sonra ... sana nasıl anlatabilirim ki ...
b.

Tamamlanmamış cümlelerde anlamı pekiştirmek için üç nokta kullanılır:

Desem ki ...
İnan bana sevgilim inan ... (Cahit Sıtkı)

Senin gözlerinden öyle acı
Bir ışık geçer ki bazen ... (Cahit Külebi)
c.

Üç nokta yazıda birbirine benzer varlıklar sıralanırken birkaçını yazdıktan sonra vesaire, bunun gibi anlamına gelen sözcüklerin yerine kullanılır:

Küçükken okuduğum kitaplardan hatırlayabildiklerim şunlar: Çalıkuşu, Yaban, Kiralık Konak, Sinekli Bakkal ...

Onlarda her şey var: Atlar, arabalar, uşaklar ...
d. Söz arasında söylenmek istenmeyen ya da müstehcen sözcüklerin yerine kullanılır:

Dün müdürü kendi yanında çalışan ... adlı genç kızla aynı yatakta yakalamışlar.
"Sana haraç verecek adamın ..." diye bağırdı.
e. Bir metinde yapılan alıntılarda kimi zaman metnin bütünü, bazı bölümler yazılmaz ve kullanılmaz. Bu durumda alıntı yapılan metinde atlanan kısımları belirtmek için üç nokta kullanılır:

" (...) Türk aydını (...) Bu viran ülke ve bu yoksul insan kitlesi için ne yaptın? (...) Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprağı vardı; işletemedin." (Yakup Kadri, Yaban, 1977: 148)

iki nokta ve iki noktanin kullanim yerleri

NOKTALAMA - İki Nokta ( : )

Geçmiş dönemlerde iki noktadan sonra mutlaka büyük harf kullanılması gerekliliği belirtilirdi. Oysa günümüzde iki noktadan sonra gelen cümle tam ve bağımsız bir cümle ise yine büyük harfle yeni cümleye başlanıyor. Ancak iki noktadan sonra gelen cümle tam bir cümle değil, bir önceki cümlenin devamı niteliğinde ise bu durumda küçük harf kullanımı dikkati çekmektedir.

a. Açıklanması gereken konularda cümle ve sözcüklerden sonra iki nokta konur:

Güneş'e uzaklıklarına göre gezegenler şöyle sıralanır: Merkür, Venüs, Dünya, Jüpiter, Satürn, Uranüs.

Sömürge siyaseti, türlü yollara başvurur: Askerî gücüne dayanarak kaba kuvvet kullanır; ekonomik kontrolle hegemonya kullanmaya kalkar; kültürel sömürgeciliğe açılır.
b.

Başkalarından aktarılan yazı ve sözlerde tırnak işaretinden önce iki nokta konur:

Yaşlı adam arkadaşına: "mermer iyi taştan, muhabbet iki baştan" diye nazik bir şekilde sitemini belirtti.
Atatürk diyor ki: "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir".
c.

Yazıda karşılıklı konuşmaların başlayacağını belirten sözlerden sonra iki nokta konur:

Gülerek sordum:
- Ne biliyorsun?

İri ela gözlerini kırptı. Delillerden emin olan insanlara mahsus saf bir kanaatle:
- Ne bilmeyeceğim, dedi: sır olmasa buraya her gece nur iner mi?

(Ömer Seyfettin)

nokta ve noktanin kullanim yerleri

a. Cümle sonlarında kullanılır:

Türk’üm.

Akıl yaşta değil baştadır.

UYARI: Cümle tırnak ya da parantez içine alınmış ifadelerle bitiyorsa bu durumda nokta tırnak ya da parantez işaretinden sonra konur.

Dilbilgisinin bölümlerinden biri de sentakstır (cümle bilgisi).

Kemal Tahir’in senaryolarından bazıları film haline de getirildi (Haremde Dört Kadın, Yarın Bizimdir, Namusum İçin).
b. Kısaltmaların sonuna nokta konur:

Dr. (doktor); bkz. (bakınız); Alb. (Albay)

Prof. (profesör); vb. (ve benzerleri); sf. (sıfat)

Bununla birlikte çok tanınan isimlerin büyük harf kullanılarak yapılan kısaltmalarında, günümüzde, nokta kullanılmamaktadır:

TC (Türkiye Cumhuriyeti)

TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi)

MEB (Milli Eğitim Bakanlığı)

PTT (Posta, Telgraf, Telefon)

c. Sayılardan sonra sıra bildirmek amacıyla nokta kullanılır. Burada nokta sayı sıfatı anlamındadır:

3. (üçüncü); II. Mehmet; IV. Cadde;

XIX. yüzyıl; 72. Sokak

II. Mahmut (1808-1839), Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmıştır.

UYARI: Cadde, sokak ve ev numaralarından sonra nokta işareti mutlaka kullanılmalıdır. Nokta kullanılmadığı takdirde yukarıdaki örneklere bakılarak dört tane cadde, yetmiş iki tane sokak anlamı çıkabilir.
d.

Tarihlerin yazılışında saat, gün, ay ve yılı gösteren sayıları birbirinden ayırmak için nokta kullanılır:

28. 5. 1966

30. 3. 1967

Romanlarıyla Türk tarihine yeni bir bakış açısı getiren Kemal Tahir, 21.4.1971 tarihinde öldü.

Okulumuzda birinci ders saat 9.10’da başlamaktadır.

UYARI: Tarihlerde ay adları yazı ile yazılabilir. Bu durumda ay adlarından önce veya sonra nokta kullanılmaz:

28 Mayıs 1966
30 Mart 1967

e. Bibliyografik künyelerin sonuna nokta konur:

LEVEND, Agâh Sırrı, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara 1960.

YALÇIN, Sıddıka Dilek, Haldun Taner’in Hikâyeleri ve Hikâyeciliği, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995.
f. Bir yazıda maddeleri gösteren rakam ve harflerden sonra nokta kullanılır:

I. 1. ; II. 2.

A. a. ; B. b.

g. Üçlü gruplara ayrılarak yazılan büyük sayılarda gruplar arasına nokta konur:

778.964.795

54.257.374

1.257.803

h. Matematikte çarpı işareti yerine kullanılır:

3 . 7 = 21

4 . 5 = 20

noktalama

İnsanlar duygu ve düşüncelerini ifade edebilmek, aktarabilmek ve okuduğunu karşısındakine anlatabilmek için işaret sistemlerinden oluşan harfleri ve bu harfleri düzenleyen kurallar bütününü bilmek zorundadırlar. Noktalama işaretleri, duygu ve düşüncelerimizi daha açık bir şekilde dile getirmeye, cümlenin yapısını ve duraklama notalarını belirlemeye, okuma ve anlamayı kolaylaştırmaya, sözün vurgu ve ton gibi özelliklerini belirtmeye yardımcı olur.

Noktalama işaretlerinin tarihi, Bizans dilbilgini Aristophanes ile başlar. Bununla birlikte düzenli olarak kullanımı, XVI. yüzyılda matbaanın icadı ile gerçekleşmiştir. XIX. yüzyılda ise, genelleşerek kesin kurallara bağlanmıştır.

Bizim edebiyatımızda, noktalama işaretleri, ancak Avrupa'yı tanıdıktan sonra, XIX. yüzyıldan itibaren görülmeye başlamıştır. İlk olarak Şinasi, Şair Evlenmesi (1859) adlı tiyatro oyununun başında iki işaretten söz etmektedir: "Mu'tarıza ( ) içinde bulunan kelâm hâli târif içindir. Şöyle bir hatt-ı ufkî - söz başına delâlet eder. Nokta, sözün nihayetine alâmet olur".

Şemsettin Sami de, Kamus-ı Türkî adlı sözlüğünde iki noktaya (:), noktateyn; virgüle (,), fasıla demektedir.

Önceleri düzyazı metinlerinde kullanılan noktalama işaretlerinin, şiirde kullanılmadığını görüyoruz. Başlangıçta, hem şiir hem düzyazı yazan edebiyatçılarımız, noktalama işaretlerini, düzyazı metinlerinde kullanmışlar, bununla beraber şiir halinde yazdıkları metinlerde noktalama işaretlerini kullanmamışlardır. Sonraları şiirlerde de başarı ile noktalama işaretlerinin kullanıldığı görülmektedir. Örneğin Recaizâde Mahmut Ekrem, hem Araba Sevdası adlı romanında, hem de Zemzeme, Pejmürde gibi şiir kitaplarında bu işaretlere dikkat etmiş ve yerli yerinde kullanmıştır. Servet-i Fünûn döneminde, Tevfik Fikret'in şiirlerinde, noktalama işaretlerinin dikkatle kullanıldığını görmekteyiz.

Cumhuriyet döneminde, noktalama işaretleri daha çok önemsenmiş sayıları ve türleri arttırılmıştır.

yapi bilgisi

Bu bölümde Türkçede sözcük yapımı değil, sözcük yapımı ile ilgili yanlışlar ve tartışmalı sözcükler ele alınmıştır.

bağımsızlık Bu ad, bağ adından -m eki ile türetilmiş. -m eki Türkçede eylemlerden ad yapan bir ektir. böl-ü-m, biç-i-m gibi. Bu nedenle sözcüğün yapısı yanlıştır.

belleten Türkçeye bülten biçiminde girmiş olan Fransızca bulletin'e benzetilerek türetildiği öne sürülmüşse de yapısında Türkçeye aykırılık yoktur. belle- eyleminden -t- ve -en ekleriyle yapılmıştır.

boyut Türkçenin eski örneklerinde -t eylemden ad türeten bir ektir. Bu örnekte ise boy adına eklenmiştir. karşı-t, yaş-ı-t, eş-i-t gibi yeni türevlerde görülen bu durum, ekin yaygın işlevine aykırıdır.

doğal Bu türetme doğa adına eklenen -l ekiyle yapılmıştır. -l eki yaygın olarak eylemden ad yapan bir ekse de, eski örneklerde addan ad yaptığı da görülür. kum-u-l, yeş-i-l, kız-ı-l gibi. Bu nedenle türetme yanlış değildir.

düşün "fikir" anlamında türetilmiş olan bu sözcüğün yapısı yanlıştır. düşün- bir eylem köküdür ve ad olarak kullanılamaz.

egemen Türetme doğru. -man/-men eki addan eylem yanında, addan ad da türetiyor koca-man, Türk-men gibi.

evren Yeni bir türetme sanılıyor ve eleştiriliyor. Bu sözcük daha 11. yüzyılda Türkçede biliniyordu. Büyük bir olasılıkla evir- eyleminden vurgusuz orta hece düşmesi ve -en eki ile türetilmiştir.

ezgi Bu sözcük de yeni bir türev değil. Eski Türkçede egzig olarak bulunuyordu. Bugünkü biçimde ise -g kurallı olarak düşmüş ve söz içindeki g ve z sesleri yer değiştirmiştir.

genel Türkçede göv-el, göz-el (>güzel) gibi örneklerde görülen, addan ad yapan bir -el eki vardır. genel sözcüğü de "geniş" anlamındaki gen köküne bu ekin getirilmesiyle türetilmiştir.

gereksinmek Çok eleştirilen bu sözcüğün yapısı yanlış değildir. gerek adına -sin ekinin getirilmesiyle oluşmuştur. Eski Türkçede bu yapıda sözcüklere rastlanıyor: bay "zengin", bay-sın- "kendini zengin saymak", ulug "ulu", ulug-sın- "kendini büyük sanmak"

içerik Türetme tümüyle doğrudur. iç adına gelen -er ekiyle önce içermek eylemi yapılmış, sonra da -k ekiyle adlaştırılmıştır. kız-ar-ık ile aynı yapıdadır.

ilginç "eklemek" anlamındaki il- eyleminin -gi ekiyle adlaştırılmasında sorun yoktur. ancak -nç eki addan ad addan ad değil, eylemden ad yapar. sevi-nç, kork-u-nç gibi.

imge Çoğunlukla eylemden ad yapan -ge ekinin, bu örnekte im adına getirilmesi eleştirilmiştir. Ancak öz-ge, baş-ka gibi az sayıda eski örnekte bu ekin addan ad türettiği görülmektedir. Bu nedenle türetme yanlış sayılamaz.

kapsamak Eski Türkçedeki suv-sa (>su-sa-) eyleminin yapısıyla karşılaştırılabilecek olan bu türetme yanlış değildir: kap adından -sa ekiyle türetilmiştir.

koşul Yine çok eleştirilen sözcüklerden biri olmasına karşın yapısı yanlış değildir. -l ekinin eylemden ad türettiği örnekler Eski Türkçede de vardır: tüke- "bitmek", tüke-l "bütün" gibi. koşul adı da koş- "eklemek, katmak" eylemine-1 geçirilmesi ile türetilmiştir.

-memezlik İki tane olumsuzluk ekinin üst üste kullanıldığı bu yapı yanlıştır. Yani görmemezlikten gelmek, bilmemezlikten gelmek değil, görmezlikten gelmek, bilmezlikten gelmek biçiminde kullanmak gerekir.

nesnel Daha önce tartışılmış olan genel sözcüğü gibi bu sözcük de nesne adından, hem adlara, hem de eylemlere gelebilen -I eki ile türetilmiştir.

okul Yapısında Türkçeye aykırılık olmayan bu sözcük, dilimize Fransızcadan ginniş olan ekol sözcüğüne benzediği için eleştirilmiştir. oku eylemine gelen -l eki ile türetilmiştir. bkz. koşul.

olanak Dil devriminden sonra üretilen sözcükler içinde en çok eleştirilenlerden biri de olanak olmuştur. Yapısı Türkçeye uygundur. Tıpkı gel-enek, sağ-anak, değ-enek (>değnek) gibi ol- eyleminden -anak ekiyle türetilmiştir.

olası Çok eleştirilen bu sözcüğün de yapısı Türkçeye uygundur. -ası/-esi eki bugün Türkçede az sayıda da olsa bazı beddualarda yaşamaktadır. eli kırılası gibi.

onur Fransızca honneur'a olan benzerliği ödünçleme olduğunu düşündürüyor. Türkçe kökenli değil, ancak yeni bir sözcük de değil. 19. yüzyılda da kullanıldığı biliniyor. Ağızlarda anır biçiminin varlığı da sözcüğün eskiliğini gösteriyor.

önerge Sözcük ön adından -er ve -ge ekleriyle türetilmiştir ve yapılışı doğrudur. Adlara gelen ve eylem yapan bir -er ekimiz (mor-ar-, kız-argibi) ve eylemlere gelip ad yapan bir -ge ekimiz vardır. süpür-ge, kavurga gibi.

örnek Türkçe olmadığı biliniyor ama kökeni açık değil. Ermenice orinak'tan geldiği, Türkçe ör- eyleminden -enek ekiyle türediği gibi pek çok öneride bulunulmuştur. Türkçe kökenli olmasa bile Türkçede yaygın ve yerleşik bir sözcük.

özel Yukandaki nesnel ve genel sözcükleri gibi öz adından -I eki ile türetilmiştir ve Türkçeye uygundur.

özgür Nurullah Ataç'ın türettiği sözcüklerden biri olan özgür'ü öz adından -gür eki ile açıklayamayız. Addan ad türeten böyle bir ekimiz yok. Ancak öz ve gür gibi iki adın birleşmesiyle oluşturulduğu düşünülüyor.

saptamak Yapıca sorunlu değil. iste-, alda- örneklerinde olduğu gibi, sap adından -ta ekiyle türemiştir. Burada yadırganan durum, sap adından farklı anlamda bir eylem türetilmesi olmuştur.

simge Türkçede bu anlamda bir sim kökü olmadığı için -ge eki ortada kalıyor.

somut Yukarıdaki yaşıt, boyut gibi örneklerde görülen addan ad yapım eki -t ile türetilmiş olan bu sözcüğün ad kökü olan som eleştirilere neden olmuştur. Sözcüğün diğer Türk dillerinde som et, som ağaç gibi kullanımları vardır.

sorun Bu sözcük sor- eyleminden -n eki ile türetilmiştir ve bu ek Türkçede yaygın bir eylemden ad yapım ekidir.

soyut Bu sözcük de soy- eyleminden -t eki ile türetilmiştir. Bu ek Türkçede yaygın bir eylemden ad yapım ekidir.

sözcük Yapı açısından doğru olmakla birlikte anlam açısından eleştiriliyor.

-cük'ün bir küçültme eki olduğu ve sözcük'ün söz'ün küçüğü olmadığı öne sürülüyor.

toplum Eylem topla- biçiminde olduğu için sözcüğün topla-m olarak türetilmesi gerekiyordu.

uzman Yukarıdaki egemen sözcüğü gibi uz "usta" adından -man eki ile türetilmiştir.

yanıt Yapı ve anlamca sorunlu olmadığı gibi yeni türetilmiş bir sözcük de değildir. Eski Türkçede yanut biçiminde kullanılıyordu. yan- "dönmek, geri gelmek" eyleminden -t elti ile türemiştir.

yapıt Yapıca sorunlu olmayan bu sözcük anlamca eleştiriliyor ve eser sözcüğünü tam karşılamadığı öne sürülüyor. Türkçede geniş bir anlam yelpazesi olan yap- eyleminin bir türevi, zamanla eser sözcüğünü karşılayacak anlam zenginliğine kavuşmuştur.

yeğlemek Eski Türkçeden beri bilinen yeğ "üstün" adından, yine Türkçenin yaygın addan eylem yapım eki olan -le eki ile türetilmiştir. Yapıca doğrudur ve yeni bir sözcük değildir.

yinelemek Bir ilgeç olan yine üzerine -le eki getirilerek yapılmış olması eleştirilmiştir. Bu alışılmış bir yöntem olmamakla birlikte sözcük kolay benimsenmiştir.

yönerge Yukarıda tartışılmış olan içerik sözcüğü gibi, yön adından -er ekiyle eylem ve yöner- eyleminden de eylemden ad yapan -ge ekiyle yönerge ortaya çıkmıştır.

unsuzlerle ilgili ozellikler

Ünsüz Uyumu

Yukarıda ünsüz fonemlerin ötümlülük ötümsüzlük açısından ikiye ayrıldığına değinilmişti. Ünsüz uyumu, ötümlülük-ötümsüzlük benzeşmesidir. Yani bir sözcük ötümsüz ünsüzle bitiyorsa ötümsüz ünsüzle başlayan bir ek alır; ötümlü ünsüzle bitiyorsa ötümlü ünsüzle başlayan bir ek alır:

iş > iş-çi
kes- > kes-ti
üç > üç-te
kök > kök-ten
nazar > nazar-dan
dil > dil-de vb.

Türkçenin bu özelliğinin de zaman zaman dikkate alınmadığı, işci, kesdi, üçde vb yanlış söyleyiş ve yazılışların ortaya çıktığı görülmektedir.

Ötümlüleşme-Ötümsüzleşme

Ünsüzlerin yumuşaması-sertleşmesi olarak bilinen bu olay, Türkçede çok boyutlu ve zaman zaman kuraldışı gelişmelerle doludur. Burada bu ses olayının tüm boyutları değil, kullanıma en çok yansıyan, en çok hata yapılan yönleri incelenerek bir özetleme yapılacaktır:

Türkçe Sözcüklerde:

*Eğer sözcük tek heceliyse ve p, ç, t, k ünsüzlerinden biri ile bitiyorsa, ünlü ile başlayan bir ekten önce iki ayrı gelişme ortaya çıkar:

Sözcüğün ünlüsü Türkçenin eski dönemlerinde uzun ise, bu durumda p, ç, t, k ünsüzleri ötümlüleşerek sırasıyla b, c, d, ğ ünsüzlerine değişir.

gök > göğ-e
çok > çoğ-u
but > bud-u
kurt > kurd-u
uç > uc-u
güç > güc-ü
kap > kab-ı vb.

Sözcüğün ünlüsü Türkçenin eski dönemlerinde kısa ise, bu durumda p, ç, t, k ünsüzleri korunur:

at > at-a
bat- > bat-ı
saç > saç-ı
ip > ip-i
ok > ok-u
yük > yük-e vb.

*Bu durumun istisnaları da vardır. Örneğin eski yut- eyleminin eski bir türevi olan yud-um'da t ünsüzünün ötümlüleşmesine karşın bugün bir ünlüden önce bu sözcüğün t'si konmuyor:

yut-ar
yut-acak vb.

*süt sözcüğü bugün yaygın söyleyiş ve imlada süt-ü, süt-e biçiminde eklenirken, eskiden uzun ünlülü olduğu için süd-ü biçimi de görülebiliyor. *Çok heceli Türkçe sözcükler için kural daha basittir. Bunların sonunda yer alan ç, t, k ünsüzleri, ünlü ile başlayan bir ekten önce ötümlüleşir:

ağaç > ağac-ı
yamaç > yamac-ı
ufak > ufağ-ı
kulak > kulağ-ı
kanat > kanad-ı
geçit > geçid-i

*Yeni türevlerde t sesi ile ilgili olarak Türkçenin bu eski ses yasasının çok iyi işlemediği görülüyor:

konut-u
taşıt-ı
yakıt-ı vb.

*yanıt sözcüğü çok eski olmakla birlikte, dil devriminden sonra canlandınldığı için yeni türevler gibi ötümlüleşme kuralının dışında kalmıştır: yanıt-ı.

Alınma Sözcüklerde

Alınma sözcüklerde durum daha karmaşıktır.

*Türkçede söz sonunda ötümlü b, c, d, g ünsüzleri bulunmadığı için (sac "üzerinde hamur pişirilen alet", yad "yabancı", ad sözcükleri dışında!) alınma sözcükler de büyük ölçüde bu kurala uyarlar.

Arapça kitab > Türkçe kitap
Arapça hesab > Türkçe hesap
Farsça ceng > Türkçe cenk
Farsça reng > Türkçe renk
Fransızca methode > Türkçe metot
Fransızca etude > Türkçe etüt vb.

*Ancak bu sözcükler ünlü ile başlayan bir ek aldıklarında ötümlülük yeniden ortaya çıkar:

kitap > kitab-ı
hesap > hesab-ı
cenk > ceng-i
renk > reng-i
metot > metod-u
etüt > etüd-ü

*Bazı sözcüklerde Türkçeleşme ileri ölçüde olduğundan, ünlü ile başlayan bir ek aldıklarında, söz sonundaki ötümsüz ünsüz eski ötümlülüğüne dönmez:

Arapça şabb > Türkçe şap, şap-ı
Farsça seped > Türkçe sepet, sepet-i
Fransızca tube > Türkçe tüp, tüp-ü

*Az sayıda Arapça, Farsça sözcükte, söz sonundaki ötümlü ünsüzler korunmuştur:

ab "su"
hac
had

*Batı kökenli, çok heceli sözcüklerin sonundaki g ünsüzü Türkçede yalın durumdayken genellikle korunur, ünlü ile başlayan bir ekten önce sızıcılaşarak ğ'ye döner:

diyalog > diyaloğ-u
fizyolog > fizyoloğ-u
antropolog > antropoloğ-a vb.

*Fransızca ve İngilizce kökenli sözcüklerin sonundaki b ve d ünsüzleri ise, sözcük yalın durumdayken ötümsüzleşir, ünlü ile başlayan bir ek alınca eski durumuna döner:

Fransızca bande > Türkçe bant, band-ı
Fransızca acide > Türkçe asit, asid-i vb.

*Sonu ötümsüz ünsüzle biten alınma sözcüklerde kural daha basittir. Bunlar Türkçede ünlü ile başlayan bir ek aldıklarında ötümlü ünsüzleri büyük bir çoğunlukla korunur:

hukuk > hukuk-un
evrak > evrak-ın
kaset > kaset-in
şut > şut-un
tip > tip-in vb.

*Az sayıda alınma sözcükte Türkçenin eklenme ile ilgili ses yasası işler ve ötümsüz ünsüzler ötümlüleşir:

sokak > sokağ-ı
kontak > kontağ-ı
teknik > tekniğ-i
grip > grib-i
grup > grub-u
elektrik > elektriğ-i vb.

Ünsüz Türemesi

Ünsüz türemesi olayını, sözcükte ve eklenmede olmak üzere ikiye ayırabiliriz.

Sözcükte ortaya çıkan ünsüz türemesi olaylarının bir bölümü zaten yazı diline girmiştir ve sözcük bu biçimiyle sözlüğe girdiği için söyleyiş ve yazıda sorun çıkmaz:

ur- > vur-
örküç > hörküç
tuç > tunç
aveng > hevenk vb.

*Bir kısım sözcükte ise değişim yalnız ağızlarda gerçekleşmiştir ve yazıya yansıtmamak gerekir:

is > his
kılıç > kılınç
tüfek > tüfenk
fişek > fişenk
elbet > helbet vb.

Batıdan gelen yeni ödünç sözcüklerde y türemesi konusunda
(piano > piyano, dialog > diyalog vb.) bkz. İMLA.

t Türemesi

Ünlü ile biten bazı Arapça ödünç sözcükler -en Arapça belirteç ekini aldıklarında arada bir t sesi türer:

cümle-t-en
madde-t-en
ilave-t-en
idare-t-en

v Türemesi

Yine ünlü ile biten Arapça ödünç sözcüklere nispet i'si eklendiğinde arada bir v ünsüzü türer:

aile > aile-v-i
sene > sene-v-i vb.

y Türemesi

Türkçede en yaygın ünsüz türemesi eklenme sırasında yanyana gelen iki ünlünün arasında türeyen y yardımcı ünsüzüdür.

*Yaygın olarak kaynaştırma ünsüzü denilen bu ses Türkçenin tek yardımcı ünsüzüdür ve yanlış olarak yardımcı ünsüz olarak adlandırılan ş, n, s seslerinin farklı açıklamaları vardır:

*ş ünsüzü sadece ünlü ile biten sayı adlarına -ar,-er üleştirnıe eki geldiğinde ortaya çıkar:

iki-ş-er
yedi-ş-er vb.

Burada ş'nin yardımcı ses olduğu sanılıyor. Gerçekte ş sesi beşer sözcüğünün yarılış çözümlenmesi sonucu (yani beş-er yerine be-şer) ortaya çıkmış ve ünlü ile biten diğer sayılara da eklenmiştir. Kurallı biçimlerin iki-y-er, yedi-y-er vb. olması gerekirdi.

*n ünsüzü çeşitli durumlarda bir yardımcı ses gibi görünüyor:

bu-n-a, o-n-dan, ev-i-n-i, kendi-n-e, anne-n-in vb.

Bu örneklerde de yardımcı ses olarak y'nin kullanılması beklenirdi. Ayrıca o-n-dan, tepe-si-n-de gibi örneklerde zaten bir yardımcı sese gerek de yoktur. Buralarda görülen n sesi Türkçenin en eski dönemlerine ait bir zamirin kalıntısıdır.

*Benzer olarak s ünsüzü de çok eski dönemlere ait bir zamirin kalıntısıdır ve bugün sadece ünlü ile biten adlara eklenen tekil üçüncG kişi iyelik ekinden önce görülür:

masa-s-ı
yazı-s-ı vb.

Ünsüz İkizleşmesi

Türkçe Sözcüklerde

Türkçe sözcüklerde, kök ve gövdede ikiz ünsüzlere çok rastlanmaz. yassı, ıssız, anne, belli, elli, ıssız gibi sayılı bir kaç sözcükte görülür ve zaten yazı dilinde bu biçimleriyle yer alırlar.

*Yalnız ağızlarda görülen yeddi, sekkiz, dokkuz, eşşek, aşşağı gibi ikizleşmeleri ise yazıya yansıtmamak gerekir.

Alınma Sözcüklerde

Alınma sözcüklerde ikiz ünsüzler çok ve çeşitlidir. İkiz ünsüzle biten çok sayıda Arapça sözcük Türkçede yalın durumda tek ünsüzle söylenir ve yazılır. Ancak sözcük ünlü ile başlayan bir ek alınca ikiz ünsüz yeniden ortaya çıkar:

sırr > sır, sırr-a
redd > ret, redd-i
hiss > his, hiss-i
hacc > hac, hacc-a
afv > af > aff-a
hall > hal, hallet-
fenn > fenn-i
hat > hat, hatt-ı
had > had, hadd-i
mühimm > mühim, mühimmat vb.

*zücaciye, cüzam, Zelanda sözcüklerinin züccaciye, cüzzam, Zellanda gibi ikiz ünsüzlü biçimde söylenmesi ve yazılması yanlıştır.

*Yine alerji, koleksiyon, entelektüel, kolektif gibi batı kökenli sözcüklerin allerji, kolleksiyon, entellektüel, kollektif biçiminde ikiz ünsüzlü olarak söylenrrıesi yanlıştır.

Göçüşme

Bir sözcükte iki ünsüzün yer değiştirmesi olayıdır. Bazı örnekler yazı dilimize girmiştir:

Farsça çahar yek > Türkçe çer yek > çeyrek
Yunanca boreas > Türkçe poyraz
Edrine > Edirne

Diğer örnekler büyük çoğunlukla yalnız konuşma diline aittir. Bunlardan en yaygın olanları yalnız ve yanlış sözcükleridir. Bu sözcüklerin sık sık yanlız ve yanlış biçimlerinde yanlış söylendiği ve yazıldığı görülüyor.

Konuşma diline ait diğer yaygın göçüşme örneklerinin bir bölümü şunlardır:

Doğru Yanlış
ekşi eşki
köprü körpü
perhiz pehriz
memleket melmeket
sarımsak sarmısak
bayram baryam
kibrit kirbit
yaprak yarpak
gömlek gölmek
Meryem Meyrem
kirpik kiprik
lanet nalet
öğren- örgen-
satranç santraç